Bankacılık sisteminin veya tek bir bankanın sağlıklı olup olmadığına bakılırken dikkat edilen en önemli göstergelerden bir tanesi sorunlu kredilerin büyüklüğüdür. Türk bankacılık sisteminin takipteki kredilerinin toplam kredilere oranı, 1998'den önceki yıllarda genellikle yüzde 2-3 düzeylerinde rapor edildi. Ayrıca, ekonomide ciddi bir daralmanın ve bir döviz krizinin yaşandığı 1994 yılında takipteki kredilerin toplam kredilere oranı topu topu yüzde 4.1'e ulaşmıştı. Türkiye'deki ekonomik gelişmeleri takip eden yabancıların da ilgisini çekecek kadar düşük olan bu oranlar 1998 yılında yüzde 7'yi 1999 yılında ise yüzde 10'u geçti. Ancak, sisteme banka grupları itibariyle bakıldığında bu artışın Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu tarafından el konulan bankaların sorunlu kredi rakamlarının olağanüstü büyümesinden kaynaklandığı görülüyor.
Konuyu açmak için Türkiye Bankalar Birliği'nin "Bankalarımız 1999" kitabından derlediğimiz aşağıdaki tabloya bakalım. Bu tabloda, son yıllarda el konulan 8 bankanın sorunlu kredilerinin dolar cinsinden değerleri yer alıyor. Tablonun çarpıcı yönü, her bankada el konulma yılı sonunda tespit edilen sorunlu kredilerin miktarı ile bir önceki yılın sonunda rapor edilen rakam arasındaki farkın büyüklüğü. Örneğin, Türkbank'ın 1996 yılı sonunda yaklaşık 23 milyon dolar olarak rapor edilen sorunlu kredileri, el konulma yılı olan 1997 sonunda 157 milyon dolar olarak belirlenmiş. Ancak, daha çarpıcı örnekler de var. Nitekim bu artış Interbank'ta 8 milyon dolardan 1 milyar 377 milyon dolara, Bank Ekspres'te ise 3 milyon dolardan 285 milyon dolara çıkmış. Son olarak, 1999'da el konulan 5 bankanın toplam rakamlarına baktığımızda, 1998 sonunda yalnızca 46 milyon dolar kadar olan batık kredi rakamının 1999 sonunda 1 milyar 225 milyon dolara çıktığını görüyoruz.
Bankaların batık kredilerinin bir yıl gibi kısa bir sürede 10 kat, 20 kat, hatta daha fazla artması, genel ekonomik gidişattaki bozulma ile açıklanamayacak kadar çarpıcı. Geriye iki açıklama daha kalıyor: Birincisi, bu bankaların el konulma öncesinde rapor ettiği sorunlu kredi rakamlarının gerçeğin çok altında olması ve ancak bankaların yönetimi Fon'a geçtikten sonra doğru raporlama yapılması. İkincisi, bankaya el konulacağının sezilmesi nedeni ile son anda batık kredilerin bilinçli olarak yaratılıp bir yerlere para aktarılmış olması. Ancak, bunlar olurken denetleyici otoritenin neden müdahale etmediği her iki durum için de geçerli bir soru.
Hal böyle iken, yani bilançoların şeffaflığı ve/veya sağlam görünen bilançoların kısa sürede bozulabileceği konularındaki tereddütlere rağmen, mevduat sigortası sistemin değiştirmek ve "bundan böyle tasarruf sahipleri sağlam bankaları seçsin" demek ne kadar gerçekçi? Bu konuya bir başka yazımızda devam edeceğiz.