Bizzat Başkan Clinton ve İngiltere Başbakanı Blair tarafından açıklanan "çağın buluşu-gen haritası" haberi hepimizi çok heyecanlandırdı.
İnsan ömrünün hayal sınırlarını bile zorlayacak ölçüde uzama ihtimali, başta kalp ve kanser olmak üzere bütün hastalıkların tarihe karışacak olması heyecan unsurunun temel noktaları.
Dün bunun "matrak" tarafını ele almaya çalıştık. Ancak, olayın bir de arka yüzü var. Genlere egemen olmanın yaratacağı tehlikeler.
"İnsan yaratma" fikri yeni değil, tarih boyunca bu merak insanoğlunun beynini kemirmiş. "Yaradılış" felsefesi ve bunun ardındaki sırlar aslında bilimin de gelişmesini sağlamış.
Bundan binlerce yıl önce de insanlar genlerle oynayıp "yaratan olma" hevesine kapılmışlar. Nitekim din kitaplarında sözü edilen Hazreti Lut dönemi, sisli bulutlar ardından bize o dönemde genlerle ilgili deneylerin yapıldığını hissettiriyor.
Keçi başlı insanlar, insan başlı aslanlar herhalde sadece masalların hayal ötesi kahramanları değil.
Şimdi öyle anlaşılıyor ki, binlerce yıllık merakımıza, çok ciddi ipuçları kapı açıyor. İnsan genine yapılacak müdahalelerle belki varlık nedenimiz bile değişecek.
Günün birinde genleri kontrol edebilen güçlerin egemen olduğunu düşünün. Bir ırkı tümden yoketmek mümkün olabilir. Örneğin genlerde yapılacak değişikliklerle bir daha hiçbir zencinin, Çinlinin ya da Arabın doğmaması sağlanabilir.
Ya da bu güçle dünyayı ele geçirenler, milyonlarca insanın geniyle oynayarak, onları sadece köle gibi çalışanlar sürüsü haline getirebilir. Yaratılacak üstün ırklarla dünya nimetlerinin sadece bu ırklara sunulması, geri kalanının ise hayvanlar gibi yaşama itilmesi mümkün olabilir.
Teknoloji gelişiyor, bilinmeyenler çözülüyor, insanlık yeni bilinmeyenlerin ufkuna doğru yelken açıyor, ama bu bazen insanda bir kâbus da yaratıyor.
Güven Erkaya hiç kuşkusuz değerli bir komutandı. Deniz Kuvvetleri Komutanlığı'nda yaptığım yedeksubaylığım sırasında, genel karargâhta nasıl saygı uyandırdığını yakından biliyordum.
Erkaya 28 Şubat döneminde çok öne çıktı. Ülkemizi tarihin karanlıklarına gömmeye çalışan irticaya karşı her vatandaşın taşıması gereken duyarlılığı en üst noktaya çıkarmıştı.
Gerçi bu dönemin hassasiyeti nedeniyle bu duyarlılık zaman zaman aşırıya kaçtı, bıçağın iki tarafını da keskinleştirme tehlikesi yarattı ama, sonuçta bir ara iştahlanan gerici hareketler, tekrar aynı gücü bulamayacak ölçüde bir kenara itildi. Bu Türkiye'nin kazancıdır.
Bunun yanısıra 28 Şubat dönemi, siyasi bir tahribata da neden oldu mu? Onu fatura önümüze tam çıktığında göreceğiz. Güven Erkaya'nın vefatı, kendilerine "islâmcı" adını veren bazı gazeteler tarafından ahlâksız biçimde sömürülmeye çalışıldı. Müslümanlığın en temel kuralını bile çiğnemekten çekinmeyenlere cevap bir tokat gibi geldi.
Ama bu tokadın okkalı tarafını yine Silahlı Kuvvetler attı. Kendiliğinden cenazeye gelen halkın dışında insan ister istemez bazı isimleri aradı törende.
Örneğin eski Cumhurbaşkanı Demirel niçin cenazede yoktu? Oysa Demirel 28 Şubat döneminde Güven Erkaya ile kader birliği yapmıştı.
Mesut Yılmaz'ın cenazede olmaması da tuhaf geldi bana. Oysa aynı Yılmaz kısa bir süre önce Süleymancılar tarikatının lideri Kemal Kaçar'ın cenazesinde en ön safta yerini almıştı.
Bülent Ecevit, DSP'li bakanlar (biri hariç) yoktu cenazede. Devlet Bahçeli de gelmemişti, MHP'liler de. Üstelik onlar komutanlarla birlikte Milli Güvenlik Kurulu toplantısındaydılar. komutanlar toplantıdan sonra törene yetiştiler. Varlık nedenleri 28 Şubat olanlar nedense Güven Erkaya'ya vefa borcu ödemeye gerek duymamışlardı.
Türk iş dünyası da cenazede zayıftı. Birkaç ünlü işadamı dışında, örneğin TÜSİAD'ın tam kadro hazır olması gerekmez miydi?
Evet, Erkaya'nın cenazesinde bir tokat atıldı, ama bu tokattan askerler ve sağduyulu vatandaşlar dışında hiç kimse kendine pay çıkarmaya kalkışmasın.