kapat

28.06.2000
Anasayfa
Son Dakika
Haber İndeksi
Yazarlar
Günün İçinden
Politika
Ekonomi
Dünyadan
Spor
Magazin
Sabah Künye
Atayatirim
Sofra
Bizim City
Sizinkiler
Para Durumu
Hava Durumu
İstanbul
İşte İnsan
Astroloji
Reklam
Sarı Sayfalar
Arşiv
E-Posta

Turkport
1 N U M A R A
Sabah Kitap
Z D N e t  Türkiye
A T V
M i c r o s o f t
Win-Turkce US-Ascii
© Copyright 2000
MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.
ÇETİN ALTAN(caltan@sabah.com.tr )


Bilim tarihinde ihtilal ve rahmetli Erkaya

Değişimlere karşı olanlar, karşı ola dursunlar. Besbelli ki değişimler bundan böyle daha da hızlanarak sürecek...

Ve insanlığın binlerce yıl boyunca içine itildiği abuk sabuk koşullanmalar, güngünden öylesine arınmaya başlayacak ki; özellikle siyasal tarih kitapları, anlamsız ahmaklıklar güldürüsüne dönüşecek...

Pazartesi günü ABD Başkanı Clinton ile İngiltere Başbakanı Blair, aynı anda bilim tarihindeki muhteşem bir ihtilali açıkladılar.

İnsanın genetik şifresi yüzde 97 oranında çözülmüştü. Kanser gibi, kalp krizi gibi şimdiye dek çaresi tam bulunamamış ölümcül hastalıklar, 3-5 yıla kadar ortadan kalkacak ve insan ömrü belki de 1000 yıla kadar uzayabilecekti...

Tüm dünyada insanlığı şaşkınlığa uğratan bu, bir çeşit tıp ihtilalini; ajanslardan dinlerken de, gazetelerden okurken de gözlerim azıcık dalar gibi oldu...

Geçen haftalarda yitirdiğimiz dostlar da, önceki gün toprağa verilen Emekli Oramiral Güven Erkaya da, 2050'den sonra doğmuş olsalardı...

Belki de yüz yılı aşkın yaşayacaklardı...

Ne yapmalı ki, sürekli değişimler önünde insanlar her zaman maalesef erken doğmuş olarak görünürler. Kendi plağını bile hiç dinleyememiş olan Mozart da dahildir buna; ne treni, ne otomobili, ne telefonu, ne uçağı görebilmiş olan Napoleon da...

Denizci militerlere karşı, belki de çocukluğumda gördüğüm filmler uzantısında, tuhaf bir sempati vardır içimde; 1971'de Sunay ve Türün Paşalar'ın dahi, kendi kuşağımın militerlerine karşı bende uyandırdıkları kaygının dışında kalmış.

Bunda çağdaş bir Cumhurbaşkanı olma düzeyini hiç bozmamış olan rahmetli Koramiral Fahri Korutürk ile muhterem eşi Emel Korutürk'ün de etkisi büyük olmalı...

Yazılarımdan ötürü peşpeşe gelmeye başlayan mahkumiyetlerin, bitmeyecek gibi görünen zincirini Fahri Paşa kırmış ve birincisine eklenen ikinci mahkumiyetimin bitimine 4 gün kala, beni Sağmalcılar cezaevinden bir gece yarısı çıkartmıştı.

Sonra da Korutürk'ler, lütfedip beni Çankaya'ya davet etmişler ve kendi ülkemin resmilerinden duymaya hiç alışık olmadığım övgülerde bulunmuşlardı...

Güven Paşa ile tanışmamız da bir tuhaf oldu. Kıbrıs harekatı sırasında Kocatepe muhribi'nin nasıl olup da hem kendi uçaklarımız tarafından batırıldığı, hem de yıllar boyu Türk kamuoyundan saklandığı, siyah bir sorgu işareti olarak takılı kalmıştı kafamda...

Sonunda konuyu yeniden kurcalamaya çalışan bir yazı yazdım.

Yazının yayınlandığı günün sabahında evin telefonu çaldı. Telefondaki ses:

- Ben İstanbul Kuzey Deniz Saha Komutanı Oramiral Güven Erkaya diyordu...

Hiç beklemediğim, hiç de alışık olmadığım bir telefondu. Kendi sesimin doğallığı birden saygılı bir tona büründü:

- Buyurun efendim, buyurun sayın Amiralim, gibi bir şeyler kekeledim.

Güven Paşa:

- Ben sizi, diyordu, çocukluğumdan beri okurum. Bu günkü yazınızda sözünü ettiğiniz Kocatepe muhribinin o sıradaki komutanı bendim. Bombardıman 7 saat sürdü. Denizcilerim öldü, gemi battı. Beni de denizden bir Yahudi teknesi kurtardı...

Herhalde tahmin edersiniz nasıl afalladığımı.

Yine saygılı ve titrek bir sesle:

- Peki, sayın amiralim, dedim; Kocatepe'yi, Türk muhribi numarasına yatmış bir Yunan muhribi sanma sonucu, bombardıman emri verilirken; gerçek Kocatepe'nin nerde bulunduğunu kesinlikle saptama merakı hiç duyulmamış mı?

Rahmetli Erkaya:

- O zamanlar teknoloji o kadar gelişmiş değildi, demekle yetindi.

Ben de lütfedip bana yaptığı açıklamaya teşekkürler ettim.

Erkaya Paşa, Deniz Kuvvetleri Komutanı olduktan sonra, bir kez de yine telefonla Gölcüğe davet etti beni...

Çeşitli nedenlerden gidecek durumda değildim. Özürler diledim uzun uzun. Sesinden azıcık alınır gibi olduğunu anladım.

Ancak rahmetli Erkaya, gerçekten çok kibar bir insandı. Sarıyer'deki Deniz Kuvvetleri lokalinde buluşmamızı önerdi ve bir de resmi araba gönderdi.

Başbaşa Kardak krizi konusunu konuştuk uzun uzun...

Oramiral Güven Erkaya, hamaset salçasına bulanmış beylik klişelerin ötesinde, kendisiyle rahat konuşulabilecek; çok kaliteli, uygar ve yazara çizere dost bir militerdi...

Genç kurmaylar arasında da, beklenmedik bir sırada rastladığım aynı kalitede bir kaç dost oldu...

Türkiye'de yazıya layık olma tutkusu çok belalar getirdi çok kişiye... Tabu ve dogmaların çarmıhından kurtulamamış bir yazı ise, mesafeye ve zamana dayanma özeninden yoksun olacağı için, anlamını yitirir ve hemen fersudeleşir...

Soğuk Savaş sonrasındaki Kışla-Cami çatışmasının tabu ve dogmalarından sıyrılmış olarak yazıya layık olmaya çalışmak ise; konformist bir taşlaşmaya uğramış çevrelerce hem pek anlaşılmıyor, hem de bir hayli yadırganıyor...

Artık iyice hızlanacağı anlaşılan değişimlerle, pul pul dökülüp gidecek olan eski koşullanmalara göre, erken doğmuş da olsak; rahmetli Erkaya düzeyinde üç beş dostumuzun bulunduğu inancı, ister istemez yetiyor bizi avutmaya...

Yazarlar sayfasina geri gitmek icin tiklayiniz.

Copyright © 2000, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır