kapat

18.06.2000
Anasayfa
Son Dakika
Haber İndeksi
Yazarlar
Günün İçinden
Politika
Ekonomi
Dünyadan
Spor
Magazin
Superonline
Sabah Künye
Atayatirim
Sofra
Bizim City
Sizinkiler
Para Durumu
Hava Durumu
İstanbul
İşte İnsan
Astroloji
Reklam
Sarı Sayfalar
Arşiv
E-Posta

Turkport
1 N U M A R A
Sabah Kitap
Z D N e t  Türkiye
A T V
M i c r o s o f t
Win-Turkce US-Ascii
© Copyright 2000
MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.
GÜLAY GÖKTÜRK(gokturk@turk.net )


Değişim ama kimin eliyle?

Türkiye'de AB üyeliğinin gündeme gelmesi ve birçok alanda değişim politikalarının devreye girmesiyle birlikte karşımıza dikilen en hayati sorunun, neyi ne kadar değiştireceğiz sorusu olduğunu sananlar yanılıyor.

Bence en hayati soru bu değişimin kimin eliyle olacağı sorusudur.

Evet, değişeceğiz. Ama kimin kararıyla ve kimin istediği kadar? Demokratik sistemin mekanizmaları içinde, parlamentonun ve hükümetin kararıyla mı; yoksa MGK'nın asker kanadının dayatmasıyla mı?

Hangi alanlarda ne kadar değişeceğimize, hangi noktalarda direteceğimize, Kopenhag Kriterleri'nden hangilerinin "Türkiye gerçeklerine uymadığına", hangisinin aşırı kaçtığına, hangisinin milli bütünlüğümüzü tehlikeye attığına, daha da ötesi "Türkiye gerçekleri" denip duran şeyin neler olduğuna kim karar verecek? Değişimin yönünü, sınırlarını ve kapsamını kim tayin edecek?

Kısacası bu değişimi kim yönetecek?
Normal demokratik ülkelerde sorulması bile abes olan bu soruyu sormak zorunda kalışımızın nedenini herkes biliyor sanırım.

MGK, son yıllarda edindiği kötü bir alışkanlığı sürdürerek ve hatta daha da ileri götürerek, Türkiye'nin AB'ye giriş sürecinde yapılacak değişikliklere imzasını atmaya çalışıyor. Son olarak Milli Güvenlik Kurulu Sekreteryası tarafından hazırlanan beş sayfalık rapor, bu eğilimin yani değişimi kontrole alma isteğinin vahim bir örneği...

***

Rapora göre, Kürt kimliğinin tanınması, Kürtçe televizyona izin verilmesi gibi ayrılıkçılığı körükleyecek ve milli birliğimizi bozacak öneriler uygun değilmiş. Bu konudaki tek ve en iyi hareket tarzı Anayasa'da yer alan Atatürk milliyetçiliğinin hakim kılınmasıymış.

MGK sekreteryasının görüşü bu olabilir. Ne yazık ki ben bu fikirde değilim. Kürt kimliğinin tanınmasının, Kürtçe televizyona izin verilmesinin ayrılıkçılığı körüklemeyeceğini, milli birliğimizi bozmayacağını, tam tersine eğer Kürt kimliği inkar edilerek Atatürk milliyetçiliği hakim kılınmaya çalışılırsa, asıl bunun ayrılıkçılığı körükleyeceğini düşünüyorum. Yani bu konuda MGK sekreteryasının raporuyla tamamen zıt bir konumdayım.

Yine MGK Raporu'nun "Yüksek Askeri Şura kararlarına karşı yargı yolunun açılmasının bu aşamada uygun olmadığı"nı söyleyen bölümüne de kesinlikle katılmıyorum. Tam tersine, bu aşamanın en uygun aşama olduğunu, 28 Şubat sonrası ardarda çıkan YAŞ kararlarının mağdur sayısını hızla çoğalttığını; bu uygulamanın hukuk devletiyle hiçbir şekilde bağdaşmadığının apaçık ortaya çıktığı bir dönem yaşadığımızı; dolayısıyla bu aşamanın YAŞ kararlarını yargıya açmak için gayet uygun bir zaman olduğu kanatindeyim. Üstelik biliyorum ki, gerek Kürt kimliği gerekse YAŞ kararları konusunda daha binbir çeşit fikir ileri sürülebilir.

Ama bütün bu görüş ayrılıklarına rağmen, inanıyorum ki sorun MGK sekreteryasında neyin doğru, neyin yanlış tahlil edildiği değildir.

Sorun MGK'nın bu önerilerini "kanun gücünde, kararlar" olarak yürürlüğe sokma eğilimi taşımasındadır.

O yüzden de son rapor üzerindeki tartışmaların, önerilerin içeriğinden çok öneriliş tarzı üzerinde yoğunlaşması gerekiyor.

Birilerinin MGK'ya, "Türkiye gerçeği" denen şeyi tespit tekelinin MGK'da olmadığını hatırlatması gerekiyor. Siyasetçilerin, Türkiye'nin birlik ve bütünlüğünü koruma görevinin MGK'dan önce Meclis'te olduğunu, Türkiye için neyin aşırı, neyin normal olduğunu ya da "Bazı değişiklikler için gerekli uygun ortamın oluşup oluşmadığını" tesbit edecek olanın en başta parlamento olduğunu uygun bir dille ortaya koyması gerekiyor.

Eğer bu kararlı tutum bu rapor vesilesiyle gösterilmezse, geriye bir tek şey kalır: MGK ne kadarını uygun görürse o kadar değişiriz. Tensip buyurdukları gibi, MGK'daki sivil üye sayısı yükseltilir, idam cezası kaldırılır, 12 Eylül'le ilgili kararlar ve kanunlar yargıya gider. Hatta belki cömertlikleri tutarsa başka bazı değişimler de yaşanır.

Ama bu arada asıl değişmesi gereken şey olduğu gibi kalır.

Demokratikleşmenin özü, doğru kararlar alınması değil, kararların doğru biçimde alınmasıdır.

Yazarlar sayfasina geri gitmek icin tiklayiniz.

Copyright © 2000, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır