kapat

29.05.2000
Anasayfa
Son Dakika
Haber İndeksi
Yazarlar
Günün İçinden
Politika
Ekonomi
Dünyadan
Spor
Magazin
Superonline
Sabah Künye
Atayatirim
Sofra
Bizim City
Sizinkiler
Para Durumu
Hava Durumu
İstanbul
İşte İnsan
Astroloji
Reklam
Sarı Sayfalar
Arşiv
E-Posta

Turkport
1 N U M A R A
Z D N e t  Türkiye
A T V
M i c r o s o f t
Win-Turkce US-Ascii
© Copyright 2000
MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.
ÇETİN ALTAN(caltan@sabah.com.tr )


Adam

Muhteşem bir ziyafet sofrasıydı. Bir neşe akımı içinde insanlar yemek yiyorlar, konuşuyorlar, kadeh kaldırıyorlardı. Erkeklerin gözlerinde altın günlerinden birini yaşamanın gururu, rahatlığı ve güveni pırıldıyordu. Kadınların gözlerinde ilgi dalgalarından doğan şuhluğun, kıvraklığın ve tazeliğin sevinci ışıldıyordu...

Pırıl pırıldı gözler, ışıl ışıldı gözler.

Yalnız bir adamın gözleri, karanlığa doğru uzanan dehlizler gibi iki korkunç boşluk halinde tabağına dikilmiş, öyle duruyordu.

Çatallarla bıçaklar bir zarafetin kımıldanışlarıyla, ellerle tabaklar arasında, bir ileri bir geri, minik dans figürleri yapıyorlardı. Sonra bıçak hafif yana ayrılıyor, çatal bir tüy hafifliğiyle ağızlara yükseliyordu.

Adam tabağının iki tarafındaki sıkılmış yumruklarında, sopa tutarmış gibi tutuyordu çatalla bıçağı; hiçbir şey yemiyor ve dehşetle bakıyordu yemeğe...

Tabaklar kalktı, tabaklar kondu, yemekler gitti, yemekler geldi... Adam hep öyle bakıyordu. Canı istemiyor da yemiyor değildi; yiyemiyordu. Bir şey vardı yemesine engel olan. Gülemiyordu, konuşamıyordu. Bir şey vardı gülmesine, konuşmasına engel olan.

Bir kadın divana şöyle uzanmış yatıyordu. Bir ayağı yere sütun gibi inmiş, öteki ayağı dişice altına kıvrılmıştı. Kıvrılan ayağının gepgergin çorap içindeki yuvarlak dizkapağı, yere değen ayağının küçük kavislerle sağa sola sallanan topuğu... Kadının hafif aralıktı dudakları ve kendiliğinden buğulanmışçasına nemliydi...

Çekik perdelerden donuk bir ışık sızıyordu içeri. Dakikaların kanatları vurulup vurulup düşüyordu havaya... Arzulu bir can sıkıntısıyla kadının göğüsleri inip çıkıyordu. Konuşmanın noktalandığı çizgideydi kadın.

Ve aynı adam oturuyordu kadının karşısında. Adamın gözleri karanlığa doğru uzanan dehlizler gibi iki korkunç boşluk halinde kadına dikilmiş, öyle duruyordu.

Kalkıp kadının elini tutsa, tutamıyordu. Yüzüne doğru eğilse, eğilemiyordu. Dudaklarını öpse, öpemiyordu.

Bir şey vardı; bir şey vardı, tutmasına, eğilmesine, öpmesine engel olan.

Bu adam... Bu adam uzatılan elleri sıkamazdı, verilen paraları alamazdı; yiyemezdi, içemezdi, sevemezdi bu adam. Dünyada sadece karanlığa doğru uzanan dehlizler gibi iki korkunç boşluk halindeki gözleriyle, öyle bakar ve hiçbir şeye dokunamazdı; ne canlılara, ne eşyaya...

Bir gün adama: - Neden böylesin, diye sordular, neden başkanları gibi değilsin, neden onlar gibi yaşayamıyorsun?

Adam:

- Benim gözlerim, kaderin cilvesi olarak, bir çift mikroskop kudretinde yaratılmış, dedi. Sizin en sevdiğiniz, en beğendiğiniz şeylerdeki bütün mikropları görüyorum ben. Mikroplarla kaplı ziyafetler, mikroplarla kaplı dudaklar, mikroplarla kaplı eller, mikroplarla kaplı paralar... Siz de benim gibi görseniz yaşayamazdınız. Dua ediniz, hepiniz mutluluğunuzu gözlerinizin zayıflığına borçlusunuz.

Not: 15 yıl önce yazılmış bir yazı... "Güneş"ten...

Yazarlar sayfasina geri gitmek icin tiklayiniz.

Copyright © 2000, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır