kapat

13.05.2000
Anasayfa
Son Dakika
Haber İndeksi
Yazarlar
Günün İçinden
Politika
Ekonomi
Dünyadan
Spor
Magazin
Superonline
Sabah Künye
Atayatirim
Sofra
Bizim City
Sizinkiler
Para Durumu
Hava Durumu
İstanbul
İşte İnsan
Astroloji
Reklam
Sarı Sayfalar
Arşiv
E-Posta

Turkport
1 N U M A R A
Z D N e t  Türkiye
A T V
M i c r o s o f t
Win-Turkce US-Ascii
© Copyright 2000
MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.
MEHMET ALTAN(maltan@sabah.com.tr )


Köylüler ne zaman manşet olur?

Hükümetin buğday destekleme fiyatlarını açıklaması ile köylüler birinci sayfa haberi olmaya başlayacaklar.

Geçtiğimiz haftanın gündemini, henüz ne olduğunu kimsenin pek kestiremediği Uğur Mumcu cinayeti ile Fazilet Partisi içindeki "nispi demokratikleşme" kavgaları oluşturdu.

Önümüzdeki günlerde açıklanacak olan "buğday fiyatları" konusu ise, her an depara kalkacak bir koşucu gibi ortalıkta şöyle bir dolandı ama henüz birinci sayfalara da çıkmadı. Ne var ki, hükümetin buğday destekleme fiyatlarını açıklaması ile köylüler de galiba birinci sayfa haberi olmaya başlayacaklar. Çünkü çalışan nüfusun neredeyse yarısını oluşturanların çok büyük kesimi buğday üreticisi, bugüne kadar buğday alım fiyatları köylülerin "oy ağırlığına" göre belirlenmekteydi, halbuki şimdi ortaya "IMF çıktı ve mertlik bozuldu". Hükümetin alacağı karar ne olursa olsun, tarımsal alanda deprem yaratacak. Eğer IMF ile imzaladığı şartlara uyarsa buğday destekleme alım fiyatları geçen senenin altına düşecek ve dünya fiyatlarında üretim yapamayan köylünün biraz daha yoksullaşmasına sebep olacak; yok eğer IMF ile imzalanan anlaşma ihlal edilirse bu kez de dünyadan ekonomik anlamda tecrit edilecek bir noktaya doğru itileceğiz. Aşağı tükürsen sakal, yukarı tükürsen bıyık. Köylülerin manşet olma sırası o nedenle gelmekte...

Anlaşmada ne var?
Türkiye'de aktif nüfusun yüzde 45'i köylü. Bu koca kalabalığın ulusal üretime katkısı ise ancak yüzde 15'e ulaşmakta.

Ortada inanılmaz bir verimsizlik var. Zaten, tarımda çalışan neredeyse on milyon insanın altı milyonu "gizli işsiz." Yedinci Beş Yıllık Plan sorunları gayet açık bir biçimde sergileniyor. Tarım alanları marjinal sınırlara ulaştığı halde verim artmıyor çünkü sulama yetersiz, yüksek verimli ve iyi kaliteli tohumluk kullanılmıyor, bilinçli gübre kullanımı eksik, uygun ekipman seçimi yok, üstelik bunca yıl hâlâ bir Tarım İş Yasası bile çıkarılmış değil. Anlayacağınız, tarım seçimden seçime biraz para dağıtılan ve karşılığında oy beklenen unutulmuş bir kesim. Türkiye'nin en önemli meselesi olmasına rağmen, sürekli suni gündemin ardında kaybedilmiş bir toplumsal yara.

Halbuki dünyada bırakın tarımı, sanayi dönemi ve işçi sınıfı bile ağırlığını kaybediyor. Avrupa Birliği Tarım Politikası ve Dünya Ticaret Örgütü, bizdeki gibi verimsiz bir yapılanmayı kabul etmeyen bir dünyanın temellerini attı.

IMF de bu anlayış doğrultusunda, Türk tarımını "dünya şartlarında" üretim yapmaya zorlayacak kararları son stand-by anlaşmasına koydu. Bu anlaşmaya göre bu yıl buğday fiyatları ya dünya fiyatlarının yüzde 35 üzerinde olabilecek ya da bir ton buğday fiyatı 150 doları geçmeyecek. Bunun Türkçe tercümesi bu yıl köylüye verilecek fiyat 80 ile 90 bin liranın üzerine çıkamayacak. Halbuki hükümet bu fiyatı geçen yıl vermişti ve arada yüzde 60 küsürluk bir enflasyon yaşandı.

Tarım birlikleri ise 160 ile 175 bin lira arasında bir fiyat bekliyor. Bu, dünya fiyatlarının yüzde 65-70 üzerinde. Ya milyonlarca insan biraz daha fakirleşecek ya da akılcı olmayan ekonomik işleyiş hiç kurtulamayacağımız bir bataklığa dönüşecek.

9 yıl önceki bir yazı
Ankara, yumurta kapıya gelinceye kadar sorunların ağırlaşmasına aldırmayan bir rehaveti gelenekselleştirmiş bulunuyor. Tarım sanki yokmuş gibi yaşayan Türkiye, şimdi artık çözülmesinin büyük acılar yaratacağı bir sorunlar yumağının içine kilitlenmiş bulunuyor.

Bundan neredeyse tam dokuz yıl önce, Mayıs ve Haziran 1991 aylarında yazdığımız bir dizi yazıdan biri de "Buğday üreticisi yılda 37 gün çalışır" idi. O yazılarda sistemin özünün sakat olduğunu anlatmaya çalışmaktaydık.

O yazıdaki minnacık bir bölüm şöyleydi:

"Buğday 'emeğin' payının en düşük olduğu ürünlerden biridir. O nedenle, buğday taban fiyatlarını 'yüksek' tutarak, üreticiyi buğday ekimine yönlendirmek ekonomik bir katliamdır."

Buğday, Türkiye gibi emek yoğun olan ülkelerin değil, zengin ülkelerin yetiştireceği bir üründür. Çünkü yetiştirilmesi sırasında fazla emek istemez. Halbuki Türkiye'nin emek yoğun ürünleri tercih etmesi gerekirdi. Dokuz yıl önce harekete geçilmiş olsaydı bile, bugün epey yol almış olurduk. Ama Ankara çıkmaza girinceye kadar kılını bile kıpırdatmadı.

Zenginlik ve tarım
Olaya toplumsal bir sorun olarak baktığımız vakit bizim nüfus yapımızdaki Bilgi Çağı Dönemine ulaşmış bir ülkede 300 bin çiftçi hem toplumun ihtiyaçlarını karşılamaya yeter hem de ihracat yapmaya. Tarım, gelişmiş ülkelerde büyük bir hacim tutmaz çünkü tarım fazla zenginlik üretmez. Yapılan iş hep aynıdır. Tarım ürünlerinin fiyatları yerinde sayarken, diğer girdi ürünlerinin fiyatlarının sürekli yükselmesi de bu yüzdendi zaten.

Örneğin, bügün tarımda kullanılan bio-teknolojik maddelerin niteliği yükseldikçe fiyatı da yükseliyor. Halbuki buğday hep aynı buğday. Tarımsal alanı geniş olan ülkelerin, araştırma-geliştirme faaliyetlerini artırarak nitelikli teknoloji üreten ülkeler ile rekabet etmesi olanaksız.

Batılılaşma peşindeki Ankara hiç bir zaman köylülük sorununu tartışmaktan hoşlanmadı. Köylülüğün sorunları ve toplumdaki inanılmaz ağırlığı yokmuş gibi yapıldı. Verimsizliği hiç bir sorumlu dert etmedi. Milletin vergileriyle oluşan paraları dağıtarak köylüden oy satın almak dışında tarımla ilgilenilmedi.

Tarım için kafa patlatmak yerine bankacılık ile iştigal edenler ön aldı. Halbuki Türkiye'nin temel sorunu köylülüğün bitirilmesi idi. Şimdi Ankara'nın cumhuriyet tarihi boyunca, uzun zamana yayılmış bir süreçte yapması gerekeni, dünya baskısı ile ve kısa zamanda yapmaya mecbur kalmaktayız.

Ekonomik akıl
Bu sene dünya fiyatlarından kopuk uygulama sona eriyor. Bu, insan dramlarının büyüyüp ağırlaşması demek. Ve ilk kez bu nedenle tarım manşetlere çıkacak. Saklanan bir yüz, bütün çizgileriyle "ben buradayım" diyecek.

Yıllarca, yıllarca "ekonomik akıl" yerine "siyasal hesapları" rehber edinmenin bitmekte olduğu yeni bir dönemdeyiz. IMF'den gelen övgüler, "rasyonelleştikçe" önümüze çıkacak olan faturaların "nasıl ve kimler tarafından ödeneceği" konusunu unutturmakta...

Ankara'nın vurdumduymazlığının bedelini köylüler ödeyecek.

O nedenle, yakında manşetlerde köylüleri göreceğiz. Bu bile bir ileri adım. Yarısını unutan ülke, sancılı bir biçimde onun farkına varacak. Halbuki bu işler böyle büyük zorlamalar olmadan çok daha rahat halledilebilirdi. Şimdi insan çilelerini katlayarak sezaryanla doğum olacak.

Ankara'nın beceriksizliği, başta köylüler omak üzere bütün toplumu sallayacak.

Yazarlar sayfasina geri gitmek icin tiklayiniz.

Copyright © 2000, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır