Aslolan hayattır!
Hayatın ayrıntılarında dolaşacağız bugün.. Gündemin biraz ötesine çıkacağız.. Nostaljik bir yolculuk yapacak ve "yeryüzünün en renkli ülkelerinden birinden" renkli sahneler aktaracağız!
Açıkçası, bugün bu köşede çok farklı bir yazı yayınlanacaktı.. Düşünüp tasarladığım, bir iki kitap karıştırdığım, etrafımızı sarıp sarmalayan can sıkıcı şeyleri içeren, gündeme dokunan hatta kurgusunu oluşturduğum bir yazı..
Fakat dün sabah tam yazıya girişeceğim vakit masamda biriken zarfları açınca birdenbire değişti her şey.. Vazgeçtim o yazıdan, aklımdan tamamen uzaklaştırdım..
Çünkü zarflardan çıkan iki kitabın adından ve yazarlarının kimliğinden çok etkinlenmiş ve böylece hem bu kitaplar hem de hafta içinde yaşadığım ve aklıma takılan bir iki "yaman çelişki"yi kaleme almanın daha keyifli olacağını düşündüm..
Evet.. Yapılan ve yazılanlar "dünyanın en renkli ve çeşitliliği bol ülkelerinden birinde" geçmektedir.. Gazeteci bir sabah işine gelir ve...
Sahne 1..
Masasına geçer, üzerinde adı yazılı zarflardan birini açar.. Bir kitap çıkar içinden.. Kitabın kapağında bir genelev odasında çekilmiş fotoğraf vardır..
Bir biyografi kitabıdır bu, yazarı Mehtap Kandemir'dir..
Aşinadır bu isme, çünkü yıllar önce (95) pek çok gazete haberine konu olmuştur. "Genelevden emeklilik artık hayal değil" ve "İlk emekli hayat kadını Mehtap Hanım" haberleri..
Asıl adı Sadiye Kandemir'dir.. Genelev patronlarına karşı kazandığı zafer sonucu (emeklilik ve sigorta hakkı, ücretlerde iyileşme vs. hakkında) genelev kadınlarının saygı duyduğu, "önder" saydığı bir kadın tipidir.. Yasalar önünde emeklilik hakkı kazanmış, ancak bu mücadeleyi verirken "bıçaklanmak" "tehdit" "arabanın altında ezilmek" gibi çeşitli bedeller ödeyen emektar ama bilinçli bir genelev kadını..
Gazeteci, kitabın sayfalarını çevirir birer birer; Sadiye Hanım'ın hayatının ayrıntılarında dolaşır, kitaba konu olan yazıların başlıklarına takılır gözü; "Türkiye'de yok olan değerler", "Apo olayı, en çok bizim işimizi etkiledi", "Ben fuhuş yapıyorum ama duygularım fuhuş yapmıyor ki" gibi..
Kitabı bir kenara koyar.. Adı "Komple Muamele" olan dünyanın en ilginç biyografi kitabını!
***
Sahne 2..
Bir zarf daha açılır, bir kitap daha gelir önüne..
Leyla Sayar'ın "Erdemin Sırları" kitabı..
Bu isme de yabancı değildir tabii ki.. Yeşilçam'ın unutulmaz yüzlerinden, cinsellik dozu yüksek filmlerin aranan oyuncusu, dansöz Leyla Sayar'la, "Erdemin Sırları" kitabının yazarı aynı kişidir...
Hatta, Leyla Hanım'ın kara çarşaflar içinde portresinin kapak olduğu Altın Kalem, Mürşit ve Mühür gibi diğer kitaplarını da hatırlar gazeteci.. Sayar, tüm kitaplarında Allah'a olan sıkı inancından, günahlardan, sevaplardan, kafirlerden ve kendi hayatındaki değişimlerden sözetmektedir.. Gazeteci, hafızasını zorlayıp birkaç yıl önceye gider.. Nişantaşı'nda, salonunun duvarlarında türbanlı Leyla Sayar fotoğrafı, Arapça "La ilahe illallah, Muhammeden Resulullah.." yazılı bir panonun olduğu bir evdir bu.. O eve girişine ilişkin şu satırları yazmıştır yıllar önce..
"Şaşkınlık, kızgınlık, sertlik ve kibarlığın içiçe yaşandığı beş saatlik sohbetimizin başındayız Leyla Sayar ve dostlarıyla.
Farklı bir mekanda, farklı bir kadınla konuşmaya geldiğimin bilincindeyim. Alışılmadık bir sohbet olacağını kestirebiliyorum.
Ve daha işin başında anlaşılıyor;
"Teybi açmayın Nebil Bey!" diyor Leyla Sayar...
"Neden" demeye fırsat kalmadan, "Sizinle sohbete izin çıktı ama teybi kullanmanıza izin çıkmadı!" diyor.
"Kimden?" diye soruyorum..
"Yukarıdan" diye cevap veriyor ve devam ediyor.
"Bakın beyefendi, bu eve daha önce hiçbir gazeteci gelmedi, kıymetini bilin, ben onların dediğinin dışına çıkamam. Lütfen buna uyun. Ben 40'lar Meclisi tarafından yönetiliyorum. Adını, sanını bilmediğim 40'lar... Zaten isteseniz de teybi çalıştıramazsınız, teyp bozulur!"
Tesadüf bu ya, tam o sırada kapının zili çalıyor.
İçeriye 10 yaşlarında bir çocuk giriyor.
Leyla Sayar kapıda karşılıyor ve sevgiyle kucaklıyor çocuğu.
"Bu, Yunus Emre!" diyor... "Siz çocuk zannedersiniz ama hayır! İşte 40'lardan biri! Sizin telefonunuza çıkıp, benimle sohbet etmenize izin veren o..." diye devam ediyor."
Evet, daha 17 yaşındayken Türkiye Güzeli seçilen, "Vamp kadın" rollerinin aranılan aktristi, Ankara Ekspresi filminin unutulmaz "dansöz"ü, 70'li yılların gazino ve pavyonlarının ünlü oryantali Leyla Sayar'ın Erdemin Sırları kitabını da bir kenara koyup, bu kez gazete sayfalarını tarar gazeteci..
Sahne 3..
Gazeteler, dereden tepeden Ankara'dan, Yedi Tepe'den haberler vermektedir yine.. Kimi sayfalarda ise "MİT- Gazeteci" ilişkilerinden sözedilmektedir.. Gazeteci, yine hafızasını zorlar.. Dünyanın en büyük fotoğraf ajanslarından Sipa Press'in Başkanı Gökşin Sipahioğlu'nun hayatının anlatıldığı "Bir Yudum İnsan"daki şu bölüm aklına gelir;
"Sipahioğlu, 6 Eylül'de aldığı bir duyum üzerine İstanbul Ekspress'in yazı işleri müdürü olarak şu haberi manşetten verir. Ata'nın evi bomba ile hasara uğradı! Yanlış bilgi kaynağı sonradan anlaşılacaktır. Hükümet ve MİT.
Gökşin Bey anlatır; İkinci baskı yapıldı bu haberi aldığım vakit. Sonradan Mithat Perin itham edildi. MİT'in kullandığı gazete patronu diye.. İstanbul Ekspress'in o sayısı 6 - 7 Eylül olaylarının başlangıcına neden oldu. Ama sonradan anlaşıldı ki bu bombalama bizim gizli servis tarafından yapılmıştı. Fakat gizli servis Yunanlılara karşı bir gösteri yapılmasını bekliyordu Türkiye'de. Ama gösterinin böyle çığrından çıkacağını hiçbir vakit akıllarına koymamışlardı. Hakikat çok sonra ortaya çıktı. Dört beş sene sonra. Kimse de bunu söylemeye cesaret edemedi. Haber önemli bir haberdi ve Anadolu Ajansı'nın, radyoların verdiği bir haberdi. Biz de manşetten verdik. Ama kimse bilemezdi ki o bombayı gidip de MİT koydu, ya da başka bir grup koydu.
Ve bu olaylardan canı çok sıkılan Sipahioğlu, bir yıl sonra gazete yöneticiliğini bırakır, sonraki yıllarda da Paris'e yerleşir.."
***
Sahne 4..
Evet, gazeteci, tüm bu "sahne"leri satırlara döktükten sonra "son nokta"yı koymak ister ama bu kez üç gece önce olanlar aklına gelir....
Yer, The Marmara Oteli Balo Salonu.. Beyoğlu İlçe Emniyet Müdürlüğü yararına düzenlenen "yemekli bir eğlence gecesi" vardır burada..
Beyoğlu Emniyeti'nin genç polis şefleri, memurları ve eşleri masalara dizilmiş keyifli bir gece geçirmektedir.. Henüz dönmüşlerdir görevden. Hatta kimi zaman kelepçeler ve silahlar girer fotoğraf karelerine. Ancak hiç de alışık olduğumuz "polis gecesi"ne benzememektedir. Daha doğrusu "polis geceleri"nde şu ana kadar rastladığımız sanatçılar yerine çok farklı müzik adamları vardır sahnede.. Şarkılarıyla, kimlikleriyle oldukça farklı.. Mesela, 60'lı yılların sonunda aykırı ve muhalif tavrıyla ve de uzun hippi saçlarıyla ortalığı kasıp kavuran ve zaman zaman "polisin hışmına uğrayan" Erkin Koray şarkılar söyler gitarının teline dokuna dokuna.
Koray'ın ardından Moğollar sahne alır emniyet mensuplarının alkışları arasında.. Ve "Yeşili inekler yedi, denizi timsahlar, hazineyi yamyamlar, memleketin içine ediverdiler gari/ Şimdi eller havaya, oylar yandı tavada cek caklı vaatlere tok karnımız gari.." diye diye..
Kubat da Ayna da Anadolu dağlarını yaylalarını anlatan şarkılar türküler söyleyip repertuarlarını tamamladıktan sonra Bir Beyoğlu ustası Arif Keskiner sahneye davet edilir.. Sonunda uzun uzun alkışlanacağı bir Nazım Hikmet şiiri okur;
"Yukarda, ranzada şeker ali bağlama çalıyor, akşam dışarda çocuklar oynaşıyorlar.. Çeşmeden akıyor su.. Ve jandarma karakolunun ışığında akasyalara bağlı üç kurt yavrusu. Açıldı demir parmaklarının dışında büyük laciverdi bahçem.. Aslolan hayattır..
***
Yazı tamamlanır artık..
Gazeteci "son bir söz" söylemek ister;
Aslolan Hayattır...