kapat

29.04.2000
Anasayfa
Son Dakika
Haber İndeksi
Yazarlar
Günün İçinden
Politika
Ekonomi
Dünyadan
Spor
Magazin
microbanner
Sabah Künye
Atayatirim
Sofra
Bizim City
Sizinkiler
Para Durumu
Hava Durumu
İstanbul
İşte İnsan
Astroloji
Reklam
Sarı Sayfalar
Arşiv
E-Posta

Turkport
1 N U M A R A
Z D N e t  Türkiye
A T V
M i c r o s o f t
Win-Turkce US-Ascii
© Copyright 2000
MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.
MEHMET ALTAN(maltan@sabah.com.tr )


Tarım başkentinde aşiret yasası...

MHP, "uygarlaşma" sürecinin ilacını "dayakta" bulmak gibi bir gariplik içinde görünmekte...

Cumhurbaşkanlığı adaylığı için başvuru süresi sona ererken Türkiye Büyük Millet Meclisi bahçesinde MHP'li bir bakan ile MHP'li milletvekilleri arasında yaşanan olayların, hemen ilk ağızda sansürsüz yayınlanan görüntüleri ürkütücü ve düşündürücüydü.

Elinin "fırın küreği" gibi ağır olması ile tebarüz eden birinin "milletvkekili" sıfatıyla, yasama organına ne gibi katkılar yaptığı ve bulunduğu noktaya hangi toplumsal eleme kategorilerinden geçerek geldiği de ayrıca incelenmeye değerdi.

Toplumsal sorunları teşhis ve tedavi etmeye yönelik beyinsel bir çabanın kabesi olması gereken parlamento, "yumruğuna güvenen" milletvekilleri ve bu milletvekillerine sahip çıkan "parti yöneticileri" ile bir anlamda kendi varlık nedenini zedeler hale geliyordu.

Üstelik, şiddet görüntüsünün aktörleri de parti yöneticisi olarak buna arka çıkanlar da partinin "makul bir merkez partisi haline getirmeye" çalışan kanadında yer almaktaydılar.

MHP, "uygarlaşma" sürecinin ilacını bile "dayakta" görmek gibi bir gariplik içinde görünmekte...

Aşiret töresi
Hükümetin bir üyesinin "anayasal hakkını" kullanmasını kaba kuvvet ile önlemeye çalışan, biri Meclis İdare Amiri beş MHP milletvekili içinde, kadabayılığı en ön plana çıkanını, partinin "teşkilat başkanı" şöyle savunuyor:

"...niçin ceza verelim? MHP'nin çok değerli bir milletvekili.

...etki-tepki noktasında ülkücü tavrını koydu."

Yasal hakkını kullanan bakanı ana avrat söverek sopalamaya kalkmayı "ülkücü tavır" diye niteleyen teşkilat başkanı, basın toplantısındaki konuşmasına şöyle devam ediyor:

"MHP'nin üniformasını giyen birisi MHP'nin kararlarına uyar. Sadi Bey, MHP ve bakanlıktan istifa etsin, ondan sonra adaylık en tabii hakkıdır. 35 yıllık hareket, onun keyfine bırakılamaz. Hareketin tüzel kişiliğinin aldığı karara uymak zorundadır. Karara uyduğu anda mesele yoktur. Uymazsa bedelini öder, törelerimiz çalışır."

Cumhurbaşkanı seçimlerinde partilerin grup kararı alamayacağı, milletvekillerinin iradesine ipotek konulamayacağı yasal bir hüküm iken, siyasal haklarını kullanan bir partili bakanı "törelerimiz çalışır" diye tehdit eden bir parti yöneticisi.

Anayasa, yasalar, siyasi partiler kanunu, Türk Ceza Kanunu bir yana gidiyor, "üniformalı parti" MHP'nin "töreleri" öne çıkıyor. Yer Ankara, yıl 2000.

Töre sözcüğü, "kabile" toplumunun gelenek ve görenekleri için kullanılıyor. Bir anlamda "yazıya geçmemiş" davranış kurallarını kapsıyor.

1965 yılında doğmuş bir milletvekilinin partisinden bir bakanı dövmeye kalkması, ara sıra elini silahına götürmesi eğer parti yöneticileri tarafından "kabile toplumunun" gelenekleri ve görenekleri dikkate alınarak savunuluyorsa, bu işte sadece o partiyle sınırlı olmayan, daha derin toplumsal bir sorun var demektir. Nihayetinde o parti de, o yöneticiler de, elinin "fırın küreği" gibi ağır olduğu söylenen ve kavgacılık dışında pek bir hünerine bugüne kadar rastlanmayan o milletvekili de, bu partiye oy veren milyonlarca seçmen de bu toprakların ürünü.

Seçen ve seçilen
Kabile toplumunun gelenek ve göreneklerinden henüz göbekbağını koparamayan ve yazılı yasa dönemine geçemeyen bir anlayışın, toplum ve bireyler ile ilişkide

"en üst kural" kabul edilmesi bu çağda epey şaşırtıcı.

Ama Başkent Ankara'nın, Cumhuriyet dönemi süresince "tarımsal nitelikten" kurtulamamış olması, belki de olup biteni; toplumun bu partilerinin, yöneticilerinin ve milletvekillerinin hangi "mümbit" topraklardan çıktığını en iyi açıklayan gerçek.

Bugün Ankara, Konya'yı da sollayarak, Türkiye'nin en önemli "tarımsal ili". Yeryüzü, bırakın tarımı, sanayi dönemini bile rafa kaldırırken, Ankara'nın yaşamsal alanını hâlâ ilk basamak belirliyor.

Ana Britannica, başkentin özünü oluşturan "ekonomik kimliğini" şöyle betimliyor:

"Topraklarının üçte birine ekim yapılmaktadır. Çayır ve meralar ile ormanlar da katıldığında tarım alanlarının il toprakları içindeki oranı üçte ikiye yükselir. Bitkisel üretimde ön sırayı öncelikle buğday, arpa, yulaf olmak üzere tahıllar alır.

Türkiye'nin toplam buğday üretiminin yüzde 8'den fazlası Ankara'da yapılır. Fasulye, mercimek ve fiğ ile 1960'lardan sonra başlayan ve hızla artan şeker pancarı üretimi de Türkiye ölçeğinde önemlidir. Sebzecilik ve meyvecilik de gelişmiştir. Ankara elması ve armudu ünlüdür, bağcılık yaygındır.

Hayvancılık, Ankara yöresinde eskiden beri önemli bir uğraştır. En çok koyun ve dünyaca ünlü Tiftik keçisi yetiştirilir. Sığır besiciliği ve tavukçuluk gelişmektedir, arıcılık da yapılır.

İl genelinde sanayi, tarıma oranla daha az ağırlıktadır."

Başkentinin henüz tarımı aşıp, sanayileşme dönemini geride bırakamadığı bir ülkede de, parlamentonun en büyük ikinci partisi kendi davranış kurallarını, "aşiretlerin yazılı olmayan davranış geleneklerinde" arıyor.

Bu parti, modern toplumun kurallarını belirleyen hukuk kurallarını ihlal eden milletvekillerini ihraç etmek yerine, onları koruyor.

Ama toplumsal üretim ilişkilerini inceleyince, bu olanlar şaşırtıcılığını bir ölçüde kaybediyor.

Uygarlaşma
Hiç bir ülke kararnameler ile modernleşemez. Ülkelerin uygarlaşması, onların doğa ile kurdukları ilişkinin yapısına bağlıdır.

Buğday, armut ve Tiftik keçisinin alameti farika olduğu bir başkent, çağı yakalamak için büyük bir üretimsel devrim deparına kalkmak zorunda.

Beyinsellikleri yerine pazuları, uygar davranış kalıpları yerine aşiretçilikleri öne çıkartan anlayışlar ile karşılıyorsak doğa karşısında henüz bu çizgiyi aşacak bir başarıyı yakalayamamış olmamızdan. Düşünün ki hâlâ hiç bir alanda bir tek Nobel'imiz bile yok.

Ülkeyi "teftiş mantığı" ile modern göstermeye çalışan kurnazlıklarla uğraşacağımıza, bunca yıldır üretim ilişkilerini çağdaşlaştırsaydık, Salı akşamı hepimizi derinden yaralayan o görüntüler ortaya çıkmazdı. Yasalar, törelerin önünde yürür, milletvekilleri de kaba kuvvetleri ile değil, beyinsel yaratıcılıkarı ile övünürdü.

Yazarlar sayfasina geri gitmek icin tiklayiniz.

Copyright © 2000, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır