Hakkı Hocam, çok yaşa e mi!..
"Geçmişte Ecevit- Demirel ihtilafı, demokrasiyi krize sokardı, şimdi, Ecevit- Demirel ittifakı" diye nasıl özetlemiş, Türkiye'nin tarihsel kadersizliğini..
Bu ikisi karşı karşıya gelseler, dert.. Yan yana gelseler gene dert!..
Anayasayı hazırlayanlar, büyük bir özenle yapmışlar, Cumhurbaşkanlığı seçimi işini..
Başkana özel yetkiler vermişler, bu defa.. Mesela YÖK Başkanını seçmek gibi..
Çankaya'yı onay makamı olmaktan çıkarmış, Yürütmenin içine katmışlar..
"Bu yetkileri başbakana vermiyoruz. Çünkü o ülkede taraf.. Belli bir partinin lideri. O zaman Cumhurbaşkanı tarafsız olmalı" demişler..
Kendisine karşı bile..
"Bir tek defa seçilme" kuralının sebebi bu..
"Ola ki, Cumhurbaşkanı içten içten göreve devam etmek ister. O zaman imzalarını, kendisine oy vereceklere ödün olsun diye atabilir. Onu böyle bir tercihe zorlamayalım. Kararlarını sadece kendi vicdanı ile versin.."
"Cumhurbaşkanının seçiminde pazarlıkları önlemek, onun, seçimi dolayısı ile kendisini şuna veya buna borçlu hissetmesine engel olmak ve de oy verecekleri, liderleri dahil kimsenin etkisinde kalmadan sadece vicdanları ile başbaşa bırakmak" için, gizli oy sistemini de koymuşlar..
Şimdi Ecevit - Demirel ittifakı, sırf, ama sırf Süleyman Demirel'i yeniden seçtirmek uğruna, bu güzel iki maddeyi zorluyor.
Anayasa, Cumhurbaşkanını, Meclis seçsin istediği için bu gizli oy kuralını koymuş..
Oyun gizli olmasının baş sebebi, lider sultasını önlemekken, Bay Ecevit, gizli oy vereceklere baskı yapamayan liderleri "Siz nasıl lidersiniz" diye azarlıyor..
Vay benim "Demokrat" Ecevit'im vay!..
Şimdi Ecevit'in bu yaptıklarının, "Anayasayı bir kere delmekle birşey olmaz" lafını, dolandırmadan, açıkça, mertçe, biraz da ironik söyleyen Özal'dan farkı ne?..
Niye bu ülkenin demokratları, Meclis'in oyuna el koymaya çalışan Ecevit'i açıkça teşhir etmiyorlar?..
Anayasayı zorlamak, Meclis'i, 550 kişi yerine beş kişinin seçtiği birini atama makamı haline getirmek isteyenlerin bir büyük ayıbı daha var?..
"Niye ille Demirel?.. Bu ülkede Cumhurbaşkanlığı yapacak başka adam yok mu?.. Allah gecinden versin Demirel'e birşey olsa, ülke batacak mı yani" diyenlerin kulağına fısıldanan bir çirkin dedikodu..
"Efendim Ordu onu istiyor!.."
Nerden çıkıyor bu?.. Ordu kaç defa şapkasını eline verdiği Demirel'i niye istesin bugün?..
Pırıl pırıl komutanlarını 65 yaşına geldikleri gün emekli ederek, düzene ve kurala saygısını koruyan "Anayasa Bekçisi" ordu, hem de Süleyman Demirel için Anayasa'yı değiştirmeye zorlar mı siyasetçileri..
Ülkeyi yeni bir ekonomik krize sürükleme, borsayı çökertme pahasına, inadında ısrar eden Ecevit, şimdi güçlükle kurulan koalisyonu zorluyor, "Denize düşen yılana sarılır" misali, düne kadar "Yılan" ilan ettiği Hoca ve Bacıların ardına düşüyorsa ve de Tansu Çiller'i kuyudan çıkarıp kahraman yapmaya sebeb oluyorsa eğer, yandı gülüm keten helva!..
Zorunlu Lümpen!..
"Lufthansa'nın İstanbul bağlantılı Larnaka-Frankfurt uçağı İstanbul'a zorunlu iniş yaptı.."
Hemen bütün haber bültenlerinde, televizyonlarında ifade bu.. Benim içimde bir rahatsızlık.. Zaten İstanbul'a inecek uçak, niye "Zorunlu" insin ki..
Hani uçak kaçırma modasının başladığı günlerde, New York'tan Miami'ye kalkan uçakların pek çoğu Küba'ya inerken, adam tabancayı pilotun başına dayamış.. "Çek" demiş "Miami'ye.."
"Ama zaten Miami'ye gidiyoruz" demiş pilot.. "Ben de öyle zannettim bugüne kadar ve tam beş defa Havana'ya gittim."
Bir türkçe rahatsızlığı var. İstanbul'a zaten inecek uçak, zorunlu inmez.. Eğer inişte bir aksama varsa (Ki var, tekerlekler açılmamış) o zaman Acil İniş yapar, zorunlu değil..
Eloğlu, her ikisine de "Emergency Landing" diyorsa bana ne?.. Benim dilimde nüansı belirtecek farklı sözcükler var.
Bir de Lumpen - Lümpen tartışması var. Lafın ilk çıkışı Almanya.. Ordan öykünenler Lumpen diyorlar.. Fransız almış, kendi okuma sistemi içinde "Lümpen" diye telaffuz etmiş. Bizdeki tartışmada başı (Lumpen) Engin Ardıç ile, (Lümpen) Hakkı Devrim ağabey çekiyorlar. Ben lümpenden yanayım.. Fransız kendi diline uyduruyor da, tam büyük ses uyumu kuralımız içinde niye biz de Lümpen demiyor da, Lumpen diye dilimizi zora koşuyoruz ki?.
Burası Türkiye.. Burada türkçe konuşulur. Eloğlundan bana ne?..
Ankara'da balık...?
Ankaralı Serpil İstanbul'u yazınca, İstanbullu Ünal (Özüak) dostum kıskanmış olmalı, o da Ankara'yı yazdı..
68'li yıllardan sonra, "...... taşına bak, şu feleğin işine bak" sloganlı en güzel yıllarımızı geçirdiğimiz Ankara'ya yolumuz yeni binyılın başında düştüğünde Başkentimizde görülen manzara; ülke Avrupa'ya yakınlaşmaya çalıştıkça, bitemeyen metro kazılarından arap saçına dönmüş yolları, neden karıştığı belli olmayan trafiği ve faziletli yerel yönetimi ile, Ankara bir o kadar çağdaşlıktan kaçıyor, taşralı özüne sımsıkı sarılıyor.
Aşmaz ama, Başkent'in kent dokusu sorunları bu aşamada, üzerimize vazife değil diyerek...
En iyi balığın Ankara'da yendiğine dair öteden beri duyageldiğimiz tevatür ve de en önemlisi sahibinin kendi kalburunun üstü ile bağdaşmıyan müşterileri kabul etmediği ifadesinin yarattığı hırs ile, çeşitli aracılar koyarak, Bilen ve Mehmet Pekmen çiftinin on yılı aşkın süredir işlettiği Kalbur lokantasına kabul edilebilme onuruna eriştik. Bir gece önce, oğlum ve arkadaşlarının ısrarı ile gittiğimiz, Ankara'nın Pasha'sı olduğu iddasındaki Kaşmir'de şıklık adına yaşanan garabetlerden sonra, vasata yakın bile olsa herşeyi eleştirmeye hazır bir ruh hali ile girdiğim Kalbur'da tüm dikkatime rağmen, kapaktan ilk Mehmet bey fırçasını, "tuvalet var mı acaba?" soruma "yok canım biz sokakta yaparız" karşılığını alarak yedim.
Mehmet beyin davranış biçimleri, hal ve gidişini beğenmediği müşteriyi kovmaya kadar varan vulgar misafirperverliği konusunda uyarılmış olduğum için, kuzu kuzu başıma gelecekleri "... bari zevkini çıkar" kaderci mantığıyla, beklemeye başladım. Ve de inanmayacaksınız ama bundan sonra mükemmellikler başladı. Mehmet bey sirayet yöntemi(*) ile, deniz ürünlerinin her çeşidini, kokteyl, kalamar dolma, karidesli börek, soman pastırma, kalamar-karides karışık ızgara, karides köfte ve dahası kadayıflı karides formatlarında peşpeşe sunuyor.
Tabağınızdakini bitirmezseniz, daha sonraki nefasete hak kazanamıyorsunuz. Aynı şeyi iki kere, diğer müşterinin hakkına tecavüz olacağı için, isteme hakkınız yok, ama inanın tüm bu mazoşist cefaya değer.
Sıfırı ana balığa gelemeden tükettim ama onların da enfes sunumlarını gözlemledim. "Ben tatlımı paylaşamam" diyerek, ve de Mehmet beyin gözüne girerek özel kabak tatlısını yeme hakkı kazandım. Yok böyle bir şey, inanılmaz dövme cevizlerin arasına mecz edilmiş (başka türlü anlatılamaz), Mersin'in cezerye'si kıvamında, aganigi naganiginin ta kendisi.
Oran şehri çarşısı içerisinde; aslında Bülent beyin evinden daha meşhur ama, girebilme şansını yakalıyanların koordinatlarını kendine sakladıkları Kalbur'un telefonu 0312 490 50 01. Bütün bu nefaseti, hem de çok uygun fiyatlara, aile atmosferi içerisinde (o kadar ki babanızın azarını bile aratmayacak biçimde) mutlaka yeme şansınızı bir de siz deneyin ki ben de Mehmet beyden bana yaşattığı korkunun intikamını alabileyim...
(*) Hıncalın notu.. Sirayet yöntemi, az az sunmak ve ilk gelen biterken ikinciyi tabağa koymak.. Yöntemi Küçük Çekmece'deki dükkanında yıllar önce Beyti üne kavuşturmuştu.
Gül kokuyorsun bir de
Amansız, acımasız kokuyorsun
Gittikçe daha keskin kokuyorsun daha yoğun
Dayanılmaz birşey oluyorsun biliyorum
Hırçın hırçın pembe pembe
Öfkeli öfkeli gül
Gül kokuyorsun nefes nefese
Ve acı ve yiğit ve nasıl gerekiyorsa öyle
Sen korktukça düşümde görüyorum onu
Yani her yerde
Gül kokuyorsun, amansız kokuyorsun
Bu koku dünyayı tutacak neredeyse
Gül gül diye bağıracak bütün
Herkes hep bir ağızdan gül
Ve her şeyin üstüne bir gül işlenecek
Saçların alınların göğüslerin üstüne
Yüreklerin üstüne
Bembeyaz kemiklerin
Mezarsız ölülerin üstüne
Kurumuş gözyaşlarının
Titreyen kirpiklerinin üstüne
Kenetlenmiş çenelerin
Ağarmış dudakların
Unutulmuş çığlıkların üstüne
Her şeyin üstüne bir gül işlenecek.