kapat

12.02.2000
Anasayfa
Son Dakika
Haber İndeksi
Yazarlar
Günün İçinden
Politika
Ekonomi
Dünyadan
Spor
Magazin
microbanner
Sabah Künye
Atayatirim
Sofra
Bizim City
Sizinkiler
Para Durumu
Hava Durumu
İstanbul
İşte İnsan
Astroloji
Reklam
Sarı Sayfalar
Arşiv
E-Posta

Turkport
1 N U M A R A
Z D N e t  Türkiye
A T V
M i c r o s o f t
Win-Turkce US-Ascii
© Copyright 2000
MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.
MEHMET ALTAN(maltan@sabah.com.tr )


Farklı bir Kürt bakışı...

Ankara'nın ta Cumhuriyet'in başlangıcından beri var olan Kürt sorununu "devlet-birey ilişkilerini" demokratikleştirerek çözmek yerine, Susurluk Çetesi'nden ya da Batman Valiliği destekli olduğu görüntüsü veren Hizbullah'tan medet ummasının Türkiye'yi nerelere getirdiğini hep birlikte yaşıyoruz.

Şiddete karşı, hukukun ilkelerine dayanarak mücadele etmek yerine "devlet terörünü" tercih etmek, Türkiye'nin neredeyse bütün yaşamsal fonksiyonlarını felç etti.

Hayat bir korku filmine döndü.

Kürt sorunu
Türkiye, "Susurluk'tan Hizbullah"a kendi yarattığı canavarı öldürmeye, Amerikalılar'ın teşhisiyle "kendi bağırsaklarını temizlemeye" çalışıyor, diğer yandan da Güneydoğu'da yeni yaklaşımlar için yollar arıyor.

Süleyman Demirel'in Van gezisinden, Diyarbakır Valiliği'nde Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreteri ile İçişleri Bakanlığı Müsteşarı'nın bölge valileriyle yaptığı toplantıya kadar bu istikamette bir dizi gelişme izleniyor.

Kürt sorununun nasıl çözüleceği sorusunun her cenahta yeniden tartışıldığı bu ortamda, Türk Ceza Kanunu'nun şimdi yürürlükten kaldırılan 141. maddesi nedeniyle yaşamının beş buçuk yılını Diyarbakır Hapishanesi'nde tüketen Ömer Ağın'dan "düşünce ortamını yok eden şiddeti" yargılayan, Anadolu Hümanizması'nı rehber tutmak isteyen, Ulus-devlet sürecinin yıprandığını dikkate almak gerektiğini vurgulayan farklı bir mektup aldım. Güneydoğu sorununun çözümüne katkı yapabilecek olan Ömer Ağın'ın uzun mektubunu özetleyerek aktarmanın, tartışma ortamını daha zenginleştireceğini sanıyorum.

Şiddet ve Hümanizma
"Bu noktada sağduyu sahibi olan herkese büyük sorumluluklar düşüyor. Dönüp geriye baktığımızda bizleri bu noktalara getiren asıl belanın şiddet ve haksızlıklar olduğunu görüyoruz. Şiddet illeti bütün değerlerimizi alıp götürdü. Düşünce ortamını yok etti. Aydınlanmayı engelledi. En önemlisi kültürel değerlerin serpilip gelişmesini, farklı kültürlerin kaynaşmasını geciktirdi."

Ömer Ağın, şiddetin yarattığı "tek boyutlu insanın" nelerden mahrum kaldığını, Anadolu'daki eski kültür birikimine dikkat çekerek ortaya koyuyor:

"Üzerinde yaşadığımız toprakların kültürünün, dünya uygarlığına önemli katkısı olduğunu biliyoruz. Sümer, Hitit, Med, Asur, Yunan, Roma kültürleri bu topraklarda yeşerdi. Bu kültürlerle ilgili çok şey söylenebilir. Anadolu kültürünün en ayırdedici özelliğinin hümanist oluşuna ise vurgu yapmadan geçemeyeceğim. Çünkü bu özellik, Anadolu felsefesinin temel taşı netliğinde. Bu felsefe insanın doğayla mücadelesinde, insanın doğaya uyumunu öne alır. Yani insanın tinsel yanını, aşk yanını birincil sayar. Ne yazık ki öz itibariyle hümanist olan bu felsefeyi yeterince algılayamadık."

Devlet ve Kürtler
Ömer Ağın, "hem devleti çağdaşlaştırmak, hem de kültürel zenginliklerimizi koruyup geliştirmek için" akla ve sağduyuya ihtiyacımızın arttığını vurgulayıp, Kürt sorununa böyle bir anlayışla yaklaşıyor. Sorunun taraflarını devlet, Kürtler ve Türkler olarak tanımlıyor.

Devlete önerileri şöyle:

"Toplumsal kaynaşmayı sağlayan düşünce ve düşünce özgürlüğüne hayat hakkı tanınmalı. Devlet toplum için varolmalı düşüncesi güç kazanmalı, ekonomik entegrasyon gözönünde tutularak ulus devlet modeli yeniden sorgulanmalı, ulus devletlerin artık katalizör görevi görmede zorlandığı anlaşılmalıdır. Devlet, "bölücülük" ve "irtica" konusunda gösterdiği aşırı duyarlılığın demokratikleşmeye engel olduğunu görmelidir... Her şeyi devlet eliyle çözme mantığı toplumda yabancılaşmayı artırıyor. Artık, üstün ırk, imtiyazsız ve sınıfsız toplum, sadakat gibi kavramların toplumu uyutan ninnilerden öteye geçmediği görülmeli."

Ya Kürtler..

Kürt kökenli Ömer Ağın eleştirisel yaklaşımını bu konuda da sürdürmekte:

"Kürtler açısından da sorun iyi anlaşılmalı. Devletin 'bölücülük' ve 'irtica' konusunda gösterdiği duyarlılık herkes tarafından, özellikle de Kürtler tarafından iyi değerlendirilmeli. 'Liderlik' anlayışları yerine ortak tavırlar benimsenmeli. Kürtler, sadece 'kendi hakları' için mücadele etmek yerine, tüm ortak değerlere sahip çıkmasını bilmeli. Bugüne kadar güncel talepler ve buna bağlı somut politikalar üretmede yetersiz kalındı. Politikalarında psikolojik öğeler ağır bastı. Ulus-devlet anlayışı Kürtler'in politikalarında ağırlık kazandı. Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana psikolojilerinde, taleplerinde ve politikalarında önemli değişiklik olmadı. Ciddi riskleri göze almalarına rağmen, programatik olarak marjinal kaldılar. Düşünce ve kültürel değerlerinden çok, eylem yanları gelişti. Felsefeye en büyük katkıları pragmatizm oldu.

... En önemlisi sağlıklı bir muhasebe yapma ortamı yaratılmadı. Özeleştiri geleneği kurumsallaşamadı. 'Kimselere' alternatif olmayan yeni bir psikoloji ve yeni bir mantık yaratmada yetersiz kalındı. Anadolu kültürüne dayalı yeni bir kimlik arayışının toplumun zenginliği olabileceği düşüncesi yeterince ilgi bulmadı. Üretimin kurumsallaştırılması üzerinde yükselen dünya değerlerine giden psikolojik ortamlar olgunlaşmadı. İnsanın doğal yeteneğini geliştiren en önemli yollardan birinin rekabet olduğu görülmedi."

Ne yapmalı?

Mektup, "biçimsel demokrasiden çıkıp, gerçek bir demokrasiye" varabilmek için, hukukun üstünlüğünü, kalıcı, ilkeli bir ekonomik yapıyı, etkin, saygın ve saydam bir bürokrasiyi ve sivil toplum örgütlerinin gücüne işaret ediyor.

Kutuplaşmayı ortadan kaldırarak, Kürt sorununu çözmek, toplumsal barışı oluşturmak için önerileri ise şunlar:

* Köy koruculuğu sistemi kaldırılmalı,

* "Etnik milliyetçilik" anlayışına dayalı psikolojik ortamlar yok edilmeli,

* "Yok sayma" düşüncesi tamamen terk edilmeli,

* Uyuşturucu ticareti önlenmeli,

* "Ülkeyi parçalama", "bağımsız devlet kurma", "irtica" duyarlılığı dikkate alınmalı,

* Devletin haber alma özgürlüğü üzerindeki etkisi kaldırılmalı,

* Devlet bütün toplumsal kültürlere eşit mesafede olmalı,

* Toplumsal barışı sağlayan bir af çıkarılmalı,

* Düşünce ve örgütlenme özgürlüğü önündeki her türlü engel kalkmalı,

* Şiddetin yarattığı tahribat tüm yönleriyle anlatılmalı,

* Göç, işsizlik ve sosyal güvenlik sorunları yeniden irdelenmeli,

* Suç işleme oranına bakılmalı ve nedenleri araştırılmalı,

* Aşırı devlet maliyeti ve giderleri kontrol edilmeli,

* Devlet ve birey konumları karşılıklı olarak sorgulanmalı,

* Tarihe bakış açısı yeniden değerlendirilmeli,

* "Yeni bir kültür ve yeni bir kimlik nasıl yaratılabilir" tartışmasının ortamı yaratılmalı,

* Ve en önemli de tüm bu sorunların çözümleri için gerekli olan metodolojinin tartışılmasına başlanılmalıdır.

Tüm taraflara düşen birincil görev, işte bu tartışma ortamının yaratılması olmalıdır.

Çoğulculuk iyidir
Demokrasi, şiddet ve şiddete özendirme dışındaki her türlü düşünce ve fikrin sergilenmesine imkan vererek şiddeti önler. İnsanların konuştuğu yerde silahların konuşmasına gerek kalmaz. Bugüne kadar Türkiye'de sorunun "tek ağızdan" konuşulması çözümleri iyice güçleştiriyordu. Şimdi görülüyor ki, ortam yumuşadıkça çoğulculuk da artacak.

Sağcısı, solcusu, liberaliyle değişik görüşlerde Kürt aydınlarının tartışmalara rahatça katılabilmeleri, önerilerini açıkça söyleyebilmeleri Kürt sorunun çözümü için sağlıklı yollar açılmasını sağlayacak.

Ancak böyle bir ortam, meseleyi bir "ırk çatışmasının" acılı tıkanıklığından "fikir tartışmasının" zenginliğine taşır.

İnsanların "ırklarına" göre değil fikirlerine göre kümeleştiği bir ülke şiddetin baskısından kurtarır kendini.

Böyle bir ortamın, küçük de olsa, işaretleri beliriyor.

Özellikle son on yılda korkunç bir baskıda geçen bu ülke de, bu küçük işaretler bile büyük ümitler yaratabiliyor.

Yazarlar sayfasina geri gitmek icin tiklayiniz.

Copyright © 2000, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır