kapat

04.02.2000
Anasayfa
Son Dakika
Haber İndeksi
Yazarlar
Günün İçinden
Politika
Ekonomi
Dünyadan
Spor
S u p e r o n l i n e
Magazin
Atayatirim
Sofra
Bizim City
Sizinkiler
Para Durumu
Hava Durumu
İstanbul
İşte İnsan
Astroloji
Reklam
Sarı Sayfalar
Arşiv
Hazırlayanlar
Sabah Künye
E-Posta

Turkport
1 N U M A R A
Z D N e t  Türkiye
A T V
M i c r o s o f t
Win-Turkce US-Ascii
© Copyright 2000
MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.
ATİLLA DORSAY(adorsay@sabah.com.tr )


Güney'i tartışmak... Ama nasıl?

Yılmaz Güney elbette tartışılmalı. Önceki akşam CNN-Türk'ün "Beş N Bir K" programında Cüneyt Özdemir'in konuğu olarak bunu yapmaya çalıştım. Ancak, böylesine sağlıksız biçimde başlayan bir tartışmadan doğrular çıkabilir mi? Diyelim ki benim de içinde bulunduğum bir yazar-çizer grubu Güney'e aşırı hayran: onu tanımış, onunla birlikte olmuş, birlikte anılar üretmişiz. Ve bu nedenle onun hakkında nesnel olamıyoruz.

Ama tartışmayı başlatanlar nesnel mi? Sözümona bilimsel gözükmeye çalışıyorlar, ama "O katildi, o lumpendi, üstelik filmleri de beş para etmezdi" edebiyatıyla başlatılan ve birisinin "Adam öldürenlere katil demeyip de ne diyeceğiz?" özdeyişine varan bir ortamda, oturup soğukkanlı biçimde Güney'i tartışma olanağı var mı? Tartışmalar zaten bir yandan Türkiye'nin solculuk ve devrimcilik yakın geçmişi, öte yandan sinema denen iki belalı alanda geçmek zorunda. Yani matematik kesinlik taşımayan, insan bilimleri denen alanın kaypak zeminlerinde oluşan tartışmalar bunlar... Yani mutlaka tartışılan kişinin veya eserinin özel oluşum koşullarını gözönüne alma, belli bir hoşgörüyle donanmış olma, karşı görüşleri de aynı saygıyla dinleme zorunluluklarını getiren bir ortam... Ama öyle yapmıyorlar. Sanki ellerine bir metre ya da kalıp almış, Yılmaz Güney denen olağanüstü kişiliğin yaşamına ve sanatına uydurmaya çalışıyorlar.

Güney, ülkenin yakın tarihindeki en karışık döneminin bir ürünü. Önce solun her türlüsünün ve tüm temel sol kitapların yasak olduğu bir ortamda kendikendine solculuğu öğrenmiş... Daha gencecik bir adamken bir hikâye, evet, yazdığı bir hikâye yüzünden hapse düşmüş... Tutkuyla bağlandığı sinemada kısa zamanda Anadolu seyircisinin ezik ve kavruk kahramanı, ülkenin Çirkin Kral'ı olmuş. Bu erken gelen şöhret ve formasyon eksikliği nedeniyle kabadayılıkla ve feodal ahlakla beslenmiş bir magazin yaşamına dalmış... Ama sonra, tüm bu tuzakları aşıp filmleri dünyaya ulaşan bir sinemacı olmuş... Uzun yıllarını geçirdiği hapishanelerde yazdığı senaryoları adeta uzaktan yöneterek, "Endişe", "Sürü", "Düşman", "Yol" gibi başyapıtlar yaratmış. Çevresini koza gibi saran kendi efsanesinin kurbanı olarak, bir "onur meselesi" için elini kana bulamak zorunda kalmış... Düzenin ya da kaderin bu tuzağına düşmemek başarısını ve sağduyusunu gösterememiş... Karşımızda her yanıyla olağanüstü, çizgi-dışı, sözümona bilimsel yaklaşımların kalıplarına, şemalarına sığınmayan bir dev kişilik var. Eğer onu tartışacak isek, bu ön bilgilerle işe girişelim. Ve bizler de, ama karşımızdakiler de, onun hakkındaki önyargılarımızdan sıyrılarak işe baştan başlayalım. Ne dersiniz?

Düzeltme: Dün eksik çıkan bir cümlemiz aslında şöyle olacaktı: "Herkesi ısırmak , herkese havlamak, her kavrama, her yaşama ve efsaneye saldırmak hakkını kendilerinde buluyorlar."

Yazarlar sayfasina geri gitmek icin tiklayiniz.

Copyright © 2000, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır