kapat

29.01.2000
Anasayfa
Son Dakika
Haber İndeksi
Yazarlar
Günün İçinden
Politika
Ekonomi
Dünyadan
Spor
S u p e r o n l i n e
Magazin
Atayatirim
Sofra
Bizim City
Sizinkiler
Para Durumu
Hava Durumu
İstanbul
İşte İnsan
Astroloji
Reklam
Sarı Sayfalar
Arşiv
Hazırlayanlar
Sabah Künye
E-Posta

Turkport
1 N U M A R A
Z D N e t  Türkiye
A T V
M i c r o s o f t
Win-Turkce US-Ascii
© Copyright 2000
MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.
MEHMET ALTAN(maltan@sabah.com.tr )


Kökten devletçiler Susurluk'u unuttu mu?

Türkiye, özellikle de medya, gündemindeki her konuyu bir anda sığlaştırıyor, olayların daha derinlikli ve incelikli bir süzgeçten geçmesini önlüyor.

Susurluk Skandalı'nı hiç yaşamamışız gibi birtakım "köktendevletçiler" her gelişmeyi "din devleti tehlikesine" bağlayıp, devletin garip yapılanmasının sorgulanmasını engellemeye uğraşıyorlar. "Vatanseverlik" tabelası ardında rahatça cinayet işleme geleneği, devletin organları tarafından bile kabul edilirken, kraldan daha kralcı kesim tarafından inkar ediliyor.

Bu yaklaşım yüzünden mevcut sorunların derinlemesine bir analizi yapılamıyor.

Son örnek: Hizbullah
Hizbullah vahşetinin iki boyutu vardı, ilki bunun devlete ilişkin yüzüydü. Nasıl oluyordu da, devletin en temel varlık nedeni "can güvenliği" iken, ülke ölüm tarlasına dönüyordu. Katliama dönüşen seri cinayetlere devlet tarafından göz yumulmuş olsa da olmasa da, bu bir skandaldı. Bunca görevliye rağmen devletin ülkede can güvenliğini sağlayamaz hale gelmesi de anlaşılmaz bir olaydı, katilleri himaye etmesi de... Üstelik, tüm "resmi" raporlar devletin Hizbullah'ı PKK'ya karşı kullandığının altını kalın kalın çiziyordu.

Bundan yedi yıl önce Türkiye Büyük Millet Meclisi "Faili Meçhul Cinayetler Komisyonu" Raporu Hizbullah örgütü için inanılmaz bilgiler vermekle kalmayıp, bu vahşet makinasının Batman'da nasıl devlet desteğinde palazlandığını da şöyle vurguluyordu:

Faili belli cinayetler
"Faili meçhul cinayetler genellikle cadde ortasında, şehrin en işlek yerlerinde gündüz işlenmektedir. Gündüz şehrin en işlek yerlerinde işlenen cinayetlerin faillerinin bulunmaması vatandaşta korku ve şüphe uyandırmaktadır. Güvenlik güçlerinin adi olaylarda işlenen cinayetlerin faillerini kısa sürede yakalaması veya tespit etmesine rağmen, siyasal içerikli cinayetlerde failleri yakalayamaması vatandaş tarafından bu cinayetlere devletin göz yumduğu şeklinde algılanmaktadır."

Rapor, bu inancın hiç de boş olmadığını ise, çok çarpıcı bir örnekle doğrulamakta:

"... 27 Temmuz 1993 tarihinde Batman Emniyet Müdürlüğü'nde komisyonumuza bilgi veren Emniyet Müdürü ve Vali yardımcısı, Batman'a bağlı Gercüş İlçesi'nin Sekü, Gönüllü ve Çiçekli köyleri bölgesinde Hizbullah örgütünün bir kampı bulunduğunu ve yörede bulunan askeri birliğin bu kampa yardımcı olduğu yönünde haber aldıklarını, bu kamplarda Hizbullah örgütü mensuplarının siyasi ve askeri olarak eğitildiğini, bunun üzerine jandarma yetkilileri ile konuştuklarını, askeri yetkililerin bu örgüt militanlarının kendileriyle olan irtibatlarını değişik yönlere çevirdiklerinden ötürü nefret ettiklerini ve bu nedenle de bunlarla irtibatlarını kestiklerini beyan etmiş..."

Bu iddia daha sonra tahmin edileceği gibi Jandarma Genel Komutanlığı tarafından yalanlanmış, üstelik Faili Meçhul Cinayetler Komisyonuna bilgi veren Batman Emniyet Müdürü de "terörle mücadelede mesafe katettiği halde hiçbir gerekçe gösterilmeden merkezde pasif bir göreve atanmıştır."

Sert yalan mı?
Susurluk Çetesi için oluşturulan Türkiye Büyük Millet Meclisi Araştırma Komisyonu raporu ise, daha fazla şahıs adı vererek korkunç iddialar ile ortaya çıkmasına rağmen, tüm Türkiye'nin de gözlediği gibi skandalın baş aktörlerinden figüranlarına kadar kimsenin kılına dokunulmadı. Devlet eliyle oluşturulan Susurluk ortadayken, Hizbullah ile ilgili sert açıklamalara inanmak mümkün mü?

Susurluk'un yapısını net ve açık bir şekilde Emniyet Genel Müdürlüğü eski İstihbarat Daire Başkanı Hanefi Avcı, komisyona verdiği ifadede şöyle anlatıyordu:

"PKK'nın ciddi eylemleri üzerine, devletin mensuplarına ve PKK'ya büyük destek veren kişilere karşı hukuki olarak yeterince mücadele edemediğini düşünen bazı devlet görevlilerinin hukuk dışı bir anlayışla görev yapmak gerektiğine inanmaya başladıklarını ve ilk defa Güneydoğu'da JİTEM görevlisi Cem Ersever'in bu tür faaliyetler içerisine girdiğini ve bunu takiben özellikle İstanbul'da PKK'ya önemli ölçüde maddi yardımda bulunan finans çevreleri ve uyuşturucu kaçakçılarına karşı yasal mücadele yapılamadığı anlayışı ile illegal çalışacak gruplar oluşturulması ve illegal mücadele edilmesi düşüncesiyle Emniyet, MİT ve Jandarma içinde böyle grupların oluşturulduğunu ve eylemlerin başlatıldığını, neticede PKK'nın ve diğer örgütlerin destekçisi aktif unsurların susturulduğunu, daha sonra faaliyet gösterilecek zemin kalmayınca resmi görevli ve sivil kişilerden teşekkül ettirilmiş bu grupların kendilerine menfaat temini uğruna mafya türü birtakım yasadışı faaliyetlere giriştiklerini.."

Bütün bu açıklamalara rağmen devlet bu işi çözmedi, sanıklarını yargılamadı, hatta kimini terfi ettirip kolladı.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Araştırma Komisyonu bu süreci çok çarpıcı bir cümleyle özetlemekte:

"Komisyon çalışmaları sırasında, bazı devlet kuruluşları komisyon çalışmalarına yeterince aydınlatıcı bilgi vermemişlerdir. Özellikle, Genelkurmay Başkanlığı komisyonumuzca istenilen bilgilere karşı sert bir cevap vermiştir. MİT, komisyonumuza bilgi vermemiştir."

Biz böyle bir devlet yapılanmasından geliyoruz. Hukukun üstünlüğünü, etkin, saygın ve saydam yeni bir yapılanmayı istemek, bu mevcut yapıyı eleştirmek yerine, olayların üstesinden gelemediği için suç işlemeye yönelen bu köhne mekanizmayı savunmanın ne anlamı var ki? üstelik, bu "köktendevletçilik", hukukun ırzına geçenler dışında kime yaramakta?

İkinci Sorun: Psikopatlık
Suç işlemeye yatkın bir yönetme anlayışının yarattığı sis perdesi, ikinci bir toplumsal sorunun da anhasını, minhasını incelemeyi önlüyor. Hizbullah gibi bir psikopatik manyaklığı doğuran toplumsal sebepleri doğru dürüst bir ülke ilk gündem maddesi olarak ele alır. Sosyologlarından psikologlarına kadar her uzman bu topraklarda bu vahşetin nasıl doğduğunu keşfe çıkar. Hastalığın nedenlerini ve tedavi yöntemini saptamaya çabalar.

Ama bu çabayı da göremiyoruz. Bu zalim manyaklığın içinde boyattığı çevresel şartlar da mercek altına alınmadan bırakılacak.

Devletin illegal örgütlenmeye sıcak baktığı, canilerin korunduğu böyle bir ortamı bile aşacağımız yeni bir döneme giriyoruz. Çünkü artık kendi kendimize değiliz.

Dünya, Türkiye'nin ne kadar önemli olduğunu keşfetti, altmış milyon insanı çeteci bir zihniyetin eline bırakmamaya karar verdi.

Yakında, biz de kendi önemimizi ve değerimizi anlayacağız.

Bu anlayış, yepyeni bir hayatın başlangıcı olacak hepimiz için.

Yazarlar sayfasina geri gitmek icin tiklayiniz.

Copyright © 2000, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır