kapat

09.11.1999
Anasayfa
Son Dakika
Haber İndeksi
Yazarlar
Günün İçinden
Politika
Ekonomi
Dünyadan
Spor
S u p e r o n l i n e
Magazin
banners
Sabah İnternet
L E I T Z
Sofra
Bizim City
Sizinkiler
Para Durumu
Hava Durumu
Bayan Sabah
İstanbul
İşte İnsan
Astroloji
Reklam
Sarı Sayfalar
Arşiv
Hazırlayanlar
Sabah Künye
E-Posta

Teba
1 N U M A R A
Z D N e t  Türkiye
A T V
M i c r o s o f t
Win-Turkce US-Ascii
© Copyright 1999
MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.
RUHAT MENGİ(rmengi@sabah.com.tr )


Bir mucizenin hikâyesi

Çalışmayı, üretmeyi, her dakikasını yaşadığı ülkeye ve topluma yararı dokunacak bir çabayla doldurmayı yaşam prensibi haline getirmiş olan Deniz Adanalı dün sabah onu aradığımda hâlâ "Bugün kendimi çok yorgun hissediyorum ama öyle de çok yapmam gereken iş var ki.." diyordu.

Dile kolay daha üç gün önce birçok insanın oksijen tüpü olmadan inemeyeceği 20 m. derinlikte arabanın içinden çıkmış. Size hâlâ inanılmaz gibi gelmiyorsa yaşını da belirteyim; 60'ın üzerinde..

Cuma günü, geçirmekte olduğum gribin etkisiyle halsiz, bitkin otururken telefon çaldı. Deniz Hanım'ın "Ruhat, denize uçtum, İstinye Hastanesi'ndeyim, gelebilir misin?" diyen sesini duyunca "Nasıl yani?.. Nasıl yani?" diyebilmişim sadece..

Hemen fırlayıp yarım saat sonra hastaneye vardığımda onu, bitkin, saçları deniz suyundan yapışmış vaziyette yatakta buldum.

"Halkla İlişkiler" mesleğinin Türkiye'deki öncülerinden olan ve birçok önemli sivil toplum faaliyetinde yönetici olarak yeralan Deniz Adanalı'nın geçirdiği kaza tahminlerimin çok ötesindeydi ve kurtulması da gerçek bir mucizeydi.

Deniz Hanım yine bir toplantıya yetişmek için arabasıyla Boğaz yolunda giderken bir evin park yerinden beyaz bir Renault önüne fırlıyor. Ona çarpmamak için direksiyonu hızla sola kırınca araba refüjün üzerinden atlıyor, karşı yola geçiyor, oradan da doğru denize..

Şimdi, bundan sonrası çok önemli. Çünkü burada sürücünün hızlı düşünmesi ve hemen harekete geçmeye alışık biri olmasının büyük rolü var. Bir anda aracın pencerelerinin otomatik olarak açılıp kapandığını hatırlayan Deniz Adanalı önce emniyet kemerini açıyor. Arabanın sola doğru yatmakta olduğunu farkettiği için sağ pencerenin düğmesine uzanıyor ve araba tamamen suya batmadan camı bir karış açmayı başarıyor. Sistem kontak yaparak kilitlendiği için daha fazla açamıyor.

Araba dibe doğru inmeye devam ederken ve açık pencereden hızla içeri su dolmaktayken Deniz Hanım o bir karış yerden kendini (bolca su yutarak) dışarı çıkarmayı başarıyor ve çıkmakla bitmeyecek gibi görünen 20 metreyi yüzerek suyun üstüne varıyor.

Bu kaza nedeniyle, suya uçan bir arabada bulunanların neler yapması gerektiğini öğrendim, hemen söyleyeyim; ya onun kadar süratli hareket ederek hemen camı açacaksınız. Veya arabanın iyice su almasını bekleyerek son anda kapıyı açacaksınız. Paniğe kapılıp bunları yapamazsanız, su içeri tam olarak dolmadan kapılar açılmayacağı için.. Sonunu tahmin edin.

Neyse, bu olayda dikkatimi çeken üç nokta.. Çok tipik; böylesi bir kazaya neden olan beyaz araba arkasına bile bakmadan çekip gidiyor.

Bir kadın sürücünün arabasıyla denize uçtuğunu gören onca erkekten biri bile hemen suya atlamıyor. Ve sonuncusu; Deniz Hanım o vaziyette, bitkin yatarken iki polis; "Karakola gelip ifade vermeniz lâzım" diyerek başında bekliyor.

Onları görünce adalete güvenimizi bu kadar yitirmiş olmanın korkunçluğunu anlıyorum; Polise "Hemen ifadesini alacaksınız da ne olacak? Beyaz arabanın sürücüsüne bir ceza verilecek mi? Sorumsuzluğuyla bir insanı ölümle karşı karşıya getirdiği için tutuklanacak mı?" diyorum. Yüzüme öylece bakıyor ve "Biz yine de görevimizi yapmak zorundayız" cevabını veriyor.

Üç beş kişiyi öldürenlerin bile affedildiği bir ülkede sorumun ne kadar anlamsız kaçtığını farkediyor ve susuyorum.

Bu arada.. Adanalı "İyi yüzmeseydim ve günde yarım saat sporla vücudumu formda tutmasaydım katiyyen kurtulamazdım" diyor. Aklınızda olsun!

Bu nasıl sohbet?
Bir kaç akşam önce CNN-Türk'te tesadüfen Taha Akyol'un CHP Genel Başkanı Altan Öymen'i konuk ettiği programı izledim ve bu ilginç "talk-show" tarzı için Sayın Akyol'u tebrik (!) etmek ihtiyacını duydum. TV yöneticilerinin "Yazan herkes konuşabilir de. Ve zaten konuşma eylemini yapabiliyor olmak da TV'de talk show yapmak için yeterlidir" varsayımı kesinlikle doğru olmalı.. Taha Akyol soruyu Altan Öymen'e soruyor, Altan Bey açıklamaya başlar başlamaz sözünü kesip kendi yorumlarını arka arkaya sıralamaya başlıyor. İzleyenin kimin konuşmacı, kimin sunucu olduğunu anlaması kesinlikle imkânsız. Sanki programın amacı CHP Genel Başkanı'nın fikirlerini öğrenmek değil de Taha Bey'in görüşlerini sergilemek. Sorular da bir o kadar enteresan..

"En laik parti olarak bilinen CHP oy alamıyor, tarikatçı denen DSP oy alıyor. Acaba siz trendi mi yakalayamıyorsunuz?" sorusunun cevabı başlar başlamaz arkadan "Acaba laiklik tarifini mi gözden geçirmek lâzım?" geliyor. Öymen cevabının bir cümlesini bile bitirmeden "Sizin laiklik anlayışınız oy getirdi mi getirmedi mi?" sorusu ile karşılaşıyor. Tam "DSP'nin oy kazanmasında konjonktürel sebepler de vardı. Ecevit'in kişiliği de rol oynadı" diyor, onun ne dediğini dinlemeye bile gerek görmeyen Akyol'un "Demek CHP'nin 'laik partiyiz' demesi oy getirmiyor. Daha çok oy almanız lâzımdı" yorumunu dinlemek zorunda kalıyor.

Sayın Akyol'un, izleyenlere konuşmacıyı mı dinletmek istiyor, kendi yorumunu mu; önce ona karar vermesi lâzım. Cevap ikincisi ise konuğa gerek yok zaten.. Gelen aksesuar durumuna düşüyor.

Konuşmacıyı dinletmek istiyorsa o zaman da CNN-Amerika'yı dikkatle bir izlemesi lâzım. Konuklara nasıl davranılacağını öğrenmek için..

Eğer bu eleştiriye kızıyorsa o zaman da kendi programının bandını izlemesini öneriyorum. İlk on dakikada bana hak verecektir.

Yazarlar sayfasina geri gitmek icin tiklayiniz.

Copyright © 1999, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır