kapat

12.10.1999
Anasayfa
Son Dakika
Haber İndeksi
Yazarlar
Günün İçinden
Politika
Ekonomi
Dünyadan
Spor
S u p e r o n l i n e
Magazin
banners
Siber Haber
L E I T Z
Sofra
Bizim City
Sizinkiler
Para Durumu
Hava Durumu
Bayan Sabah
İstanbul
İşte İnsan
Astroloji
Reklam
Sarı Sayfalar
Arşiv
Hazırlayanlar
Sabah Künye
E-Posta

Teba
1 N U M A R A
Z D N e t  Türkiye
A T V
M i c r o s o f t
Win-Turkce US-Ascii
© Copyright 1999
MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.
RUHAT MENGİ(rmengi@sabah.com.tr )


İmaj denen tuhaf şey

Geçen Pazar akşamı Show TV'de Whoopi Goldberg'in başrolünü oynadığı ilginç bir komedi filmi izledim. "Ortak"..

Goldberg, Ayres adında çok akıllı, yetenekli bir işkadınını canlandırıyor. Kadın fırtına gibi fakat sürekli olarak erkek ortağının oyunlarına kurban gidiyor. O, kadın olduğu için ciddiye alınmazken kendisinin verdiği fikirlerle erkek ortak sürekli başarı kazanıyor ve yükseliyor. Ayres sonunda çareyi `Robert Cutty' adında gerçekte varolmayan bir erkek kimliğine bürünmekte buluyor.

Robert Cutty kısa sürede başarılarıyla tüm basının ve iş dünyasının bir kerecik görüp, konuşmak için peşinden koştuğu efsane bir isim haline geliyor.

Ve sonunda, o güne kadar hiçbir kadının kabul edilmediği, ancak iş dünyasının başarılı erkeklerinin üye olabildiği prestiji yüksek "Erkekler Klübüne" kabul ediliyor..

Filmin finalinde Cutty yüzlerce medya mensubunun ve işadamının hayret dolu bakışları arasında maskesini çıkarmadan önce şu sözleri söylüyor;

"İmaj denen şey çok tuhaftır, çünkü doğru imaj sandığınız aslında yanlış bir şahıs, yanlış imaj sandığınız ise gerçekte doğru kişi olabilir.. Bir kadını klübünüze kabul ettiğiniz için teşekkür ederim."

Filmi, ilginç yapan, bugünün Amerika'sında bile, en akıllı, en yetenekli kadınlara halâ erkekler tarafından zirveye çıkış vizesi verilmediğini, bırakın bu vizeyi, onları kolayca harcayabildiklerini göstermesi..

Düşünün, medeniyet ve demokratik haklar açısından bizden en az 50 yıl ilerde olan bir ülkede durum buysa Türkiye'de daha kimbilir kaç yıl kadınlar `kendini kabul ettirme' mücadelesi verecekler.

Kimbilir daha kaç yıl Meclis'e girmek, üst yönetim kadrolarına alınmak için uğraşacaklar. Kimbilir daha kaç yıl Başbakan ve Cumhurbaşkanları (kendileri tesadüfen kadın olsalar bile), toplantılarını, seyahatlerini erkek basın mensuplarıyla yapıp, onlara demeçler vererek kadınları yok farzedecekler.

Acaba çözüm için bizim de Ayres gibi erkek kılığına mı girmemiz gerekiyor, bilmiyorum!

"GCI Grey Cenajans İletişim" beni Nokia'nın yeni çıkacak modelleri için, Kenzo ile ortaklaşa yapacakları gösteriyi izlemek üzere geçtiğimiz hafta, tek bir gece için Paris'e davet ettiğinde önce oldukça yoğun olan programım nedeniyle katılamayacağımı düşünmüştüm. Açıkçası, depremin üzüntüsü içimde bu tür olaylara karşı istek ve heyecan da bırakmamıştı. Ama iyi ki Genel Müdür Sara Koral Aykar "Türkiye'den sadece iki gazeteci davet edildi. Mutlaka gelmenizi arzu ediyoruz" diyerek bana fikir değiştirmiş.

Çok yorucu bir gündü. Önce, Hürriyet Gazetesi Dış Haberler Şefi Gila Benmayor'la birlikte dünyanın her köşesinden gelen gazetecilerle katıldığımız basın toplantısı.. Ardından saatlerce ayakta dikildiğimiz bir kokteyl.. Ve Paris'in soğuk bir sonbahar akşamında titreyerek gösterinin yapılacağı salona kadar uzun bir yürüyüş. Şov, yerlerimize oturduktan bir saat sonra, artık biz yarı uyur vaziyetteyken şov başladı. Ama ne şov! İlk dakikadan itibaren gözlerimiz hayretle açıldı, bittiğinde ise yeni bir güne başlayabilecek kadar uyanıktık.

Bilgisayarla elde edilen görüntülerin projeksiyonla dev sahneye yansıtılması ve kalabalık müzik, dans ve manken gruplarıyla yaratılan kompozisyonlar sizi yıldızların altında bir kumsaldan İspanya'da ateşli Flamenko'ların yapıldığı meydanlara, oradan Tokyo'ya veya Brezilya'ya, oradan Moskova'da kanlı bir güne ya da Paris sokaklarına götürüyor. Yüzlerce mankenin, sanatçının ve giysinin yeraldığı saatler süren gösteride tek bir hata, tek bir falso yok.

Önce yeni cep telefonlarındaki, sonra da bu, kelimelerle ifadesi bile zor şovdaki teknolojik mücizeler insanı komplekse sokuyor. Biz halâ yöneticilerimizin kafasını değiştirerek `temiz, dürüst' bir sistem arayışı içindeyken, platformun öbür ucunda insanların uzay çağının gereklerini yapmakla meşgul olduklarını her an somut bir şekilde görüyoruz.

Onlarla aramızdaki boşluk hızla büyüyor ve bunu izlemek ıstırap veriyor.

(Not: Pazar günü 2000'li yılların telefon teknolojisini anlatan yazımda Nokia 8210'un ağırlığı dizgi hatası sonucu, 79gr.. yerine 19gr. olarak yazılmış. Bu hatadan dolayı okurlarımızdan özür diliyorum.)

Çadıra girmeden bayılan başkan!

Kızılay'ın yeni Genel Başkanı Prof. Dr. Yüksel Bozer deprem bölgesinde gördüklerinin etkisiyle hastalanmış. Zorlukla ve doktor yardımıyla yürürken sık sık da istifra etmiş.

Önce şunu söyleyeyim; işte ancak şimdi Kızılay'da afetzedeler için belki ciddi olarak önceden tedbir alma ve olay anında da sorunlara doğru çareleri bulma gibi bir şans doğabilir. Bir otelin lüks kral dairesinde el bebek, gül bebek yaşayan başkanların depremle, selle, soğukla boğuşan, çamur üzerinde yaşam mücadelesi veren insanları anlaması beklenemez.

Havalar biraz soğuyunca hemen hepimiz "Aman, bir an önce kaloriferleri yakalım" demeye başladı. Ya onlar ne yapacaklar? Çare bulması gereken liderlerin bir kısmı halâ elleri şakaklarında "En kısa zamanda en iyi çözümü bulacağız" diye kara kara düşünüyorlar. Bazıları ise trilyonluk prefabrik ihalesini kapan milletvekilleriyle boğuşuyor.

Bu arada Kızılay Başkanı Bozer depremzedelere sabır ve tevekkül diliyor ve "Allah'a sizin için dua ediyoruz" diyor.

Bence bunların hepsini, en azından iki gecelerini deprem bölgesinde, vıcık vıcık çadırlarda geçirmeye mecbur etmek lâzım. İhâle kapan beyleri de..

Belki o zaman biraz insafa gelirler!

Yazarlar sayfasina geri gitmek icin tiklayiniz.

Copyright © 1999, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır