kapat

01.10.1999
Anasayfa
Son Dakika
Haber İndeksi
Yazarlar
Günün İçinden
Politika
Ekonomi
Dünyadan
Spor
S u p e r o n l i n e
Magazin
inter merkez
Siber Haber
L E I T Z
Sofra
Bizim City
Sizinkiler
Para Durumu
Hava Durumu
Bayan Sabah
İstanbul
İşte İnsan
Astroloji
Reklam
Sarı Sayfalar
Arşiv
Hazırlayanlar
Sabah Künye
E-Posta

1 N U M A R A
Z D N e t  Türkiye
A T V
M i c r o s o f t
Win-Turkce US-Ascii
© Copyright 1999
MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.
HINCAL ULUÇ(uluch@sabah.com.tr )


Bir fotoğrafa bakmak.. Ya da..

Uçakta gelirken, herkes elindeki gazetede bir fotoğrafı yanındakine gösteriyordu ve hemen ardından karşılıklı yorumlar geliyordu.

Uzun zamandır ülkesinden ayrı insanların, Türk gazetelerine ulaşır ulaşmaz, ilk konuştukları konu genelde bu fotoğraf oldu.

Dün sabah kapımdan gazetemi aldım, açtım..

Manşet "Tartışılan Fotoğraf!.."

Gündemi değil, halkın gündemini yakalamak işte bu.. Nasıl keyiflendim.

İnsanlar, Amerika gezisinin getirdikleri ve de getiremediklerini değil, bu fotoğrafı düşünüyorlardı, gözlerimle görmüştüm.

Şimdi Sabah manşetini bu kadar halka yakın bir konuya ayırır da, Hıncal kenarda durur mu?.. Kambersiz düğün olur mu?..

Şimdi bakın..
Eğer Bülent Ecevit'in yerinde ben olsaydım, Clinton'ın bu tavrından fevkalade memnun olurdum.. Hatta koltuğa adeta yatar gibi oturup, ayaklarını masaya koysa daha da keyiflenirdim.

Neden..

Amerikan türü yaşamı gayet iyi biliyorum da ondan..

Amerikalılar resmi görüşmelerinde kusursuzdurlar..

Kıyafetlerinden başlayarak.. Herşeyleri kitaplarda yazılı olduğu gibi ölçülüdür.

Rahatlıklarında ise alabildiğine rahattırlar.. Artık orada kitap mitap yoktur.. Keyfi nasıl isterse vardır..

Clinton'un bir koltuğun arkasına şöyle bir ilişmesi, bir resmi görüşmede tahmin dahi edilemez. Bu ilişme çok rahat, çok dost, çok yakın ve çok samimi bir buluşmanın ve konuşmanın ifadesidir.

Karım Amerikalıydı. Amerikalılar içinde çok yaşadım. Onların vücut dilini çok iyi bilirim.

İngiliz Başbakanının "Dear Bülent" diye yazmasından da öte bir yakınlık ifadesidir, Clinton'un Ecevit'i böyle ağırlaması..

O tamam..
Tamam olmayan Ecevit.. Ecevit'in duruşu.. Onun vücut dili ne diyor?..

Ben Ufuk Güldemir'in yerinde olsam, bu işin kitabını yazan Acar Baltaş'a sorardım diyeceğim ama, Baltaş, bu tür sorulara tercüman değil, politikacı gibi yanıt veriyor.. NTV için Hakan ve Rıdvan'ın vücut dilini okusun anlatsın istedik.. Nasıl kaçamak yanıtlar vermişti, sormayın gitsin.

Ecevit, ezilmiş, büzülmüş halde.. Tam bir amir memur ilişkisi içinde duruyor sanki..

Ama bakın, bu duruş Clinton'un karşısından olmasından kaynaklanmıyor..

Ecevit, son zamanlarda hep böyle..

Hatırlayın..
Depremin en felaket günlerinde mikrofon başına geçip konuşmasını eleştirirken "Bu süklüm püklüm duran Ecevit mi, benim milletime güven verecek, 'Bu adam yaraları sarar' dedirtecek" demiştim.

Ecevit'in fiziksel sağlığı tartışılıyor.. Bu duruş bir hastalık yüzünden mi?.. Onu doktorlar bilir.. Değilse eğer.. O zaman Ecevit kendine güvenini tamamen yitirmiş, çökmüş, bitmiş, ruhen.. Bu daha da kötü..

Yani..

Fotoğrafın Clinton yanı, sakın ola, kimse aksini düşünmesin, asla bir küçümseme, aşağılama değil, tekrar altını çiziyorum, Amerikan yaşam tarzı içinde çok dostane, çok sıcak bir yakınlık.. Güzel.. Çok güzel..

Ecevit yanı ise, tam bir felaket.. Tam ama tam süklüm püklümlük..

Çok mu ciddi olduk..

Biraz gülelim o zaman..
Dünkü Sabah'ta bir Clinton-Ecevit fotoğrafı daha vardı. 17. sayfada.. Onu da aldım köşeye..

Ecevit sağ eli ile, Clinton'la tokalaşıyor.. Tamam..

Peki sol eli ile çaktırmadan yaptığı işaret ne..

..ve kime?..

Yorum sonuna dek açık!..

Depremden daha zararlı?..

Depremsiz bir gazete.. Depremsiz bir TV ana haber bülteni..

Yetti..
İnanın medya, depremin kendisinden fazla zarar verdi insanlarımıza.. Etrafımızda bir yığın ruhsal sağlığı darmadağın olmuş insan dolaşıyor.

Deprem yaraları sarılır, bu ruhsal yaralar zor sarılır..

Hele hele çocuklarımızda yarattığımız..

İnsanlar, en akla gelmez yalanlara inanıyor ve sokaklarda yatıyorsa, kendilerini pencereden aşağı atıyorsa, bunun sorumlusu, bir kısım tiraj ve reyting manyağı medyadır.

Ve de bir kısım bilim adamlarımızdır. Şöhret olma, gündemde kalma peşindeki bilim adamlarımız. Bakın bizde, ardından Yunanistan'da, onun da ardından Tayvan'da meydana gelen depremlerden sonra, dünyanın en önde gelen "Deprem" bilim adamları, dünyanın en ciddi gazetelerine aynen şunları söylediler:

"Dünyada depremi önceden haber veren hiç, ama hiçbir sistem, teknoloji yoktur. Fayların geçmişlerine bakıp, gelecek tahmini yapmanın da bilimsellikle uzaktan yakından ilgisi yoktur. Ve de olmayacaktır. Bu yüzden insanlar, depremi önceden haber alacak tekonolojiyi geliştirmek için harcayacakları parayı daha sağlam binalar yapmak için harcarlarsa, çok daha akıllı hareket etmiş olurlar."

Yani gerçek bilim diyor ki..

"Deprem öyle birşeydir ki, bunu önceden haber almanın imkanı yoktur. Bunun teknoloji ile alakası da yoktur. Ne kadar gelişmiş teknoloji olursa olsun, fayları izlemek mümkün değildir. Çünkü bunların her hareketleri süprizdir. 'Şu fay şöylediydi, bu fay geçmişte böyleydi' diye başlayan açıklamalar safsatadan ibarettir."

Tamam mı?..
O zaman, ortada iki şey var.. Eviniz ve siz.. Bakın evinize.. Sağlam mı?..

Yatın uyuyun..

Ha bir de.. Deprem haberleri veren TV'lerin ana haberlerine "Kırmızı nokta" koyun bunları çocuklarınıza kesinlikle izletmeyin. Hatta siz de izlemeyin..

Açın bir müzik kanalı.. Çocuklarınızın ruhunu biraz da sağlıklı doyurun..

Dostlarım..
Terbiye özürlü adam gene düzeyini ortaya koyan bir yazı ile bana saldırmıştı yola çıkarken..

Onun düzeyine inmem asla mümkün değil. Yanıt vermem, hele onunla polemiğe girmem, medyada tam 42 yılda kazandığım onurlu adıma yakışmaz.

Beni satın almak, safına çekmek için her yolu denedi, başaramadı. Dahası, işi tehdit ve şantaja vardırdığı halde, kamuoyuna "Gerçek" diye açıkladığı palavralarını her defasında yüzüne çarpmamı da önleyemedi. Çıldırması, "Hıncal'ın asıl işi Şamdan'da kadın satmaktır" diyecek kadar hezeyanlara düşmesi bundan..

Bütün Türkiye, onu da, beni de yakından bildiği için, halkı aldatma çabalarını boşa çıkarmak dışında onunla hiç, ama hiçbir ilişkim olamaz. Olamayacak..

Beni de susturursa, meydan ona ve "Ben.. Ben.." diye başlayan yalanlarına kalacak.. Biliyor, ben de biliyorum.. O yüzden susmam..

Yazdıklarım ne polemik, ne yanıttır.. Allah göstermesin.. Sadece topluma yalan bilgi verdikçe, gerçeği açıklıyorum, hepsi o..

Arkadaşlar Londra'ya faksladılar..

Sevgili Duygu ve Hakkı Ağabey, terbiye özürlü adama, meslek ahlakı adına gıyabımda ağzının payını vermişler..

Teşekkür ederim, ama gerek yoktu..

Bu adamın adının Duygu ve Hakkı Ağabeyin çok severek okuduğum sütunlarında geçmesi bile ona ne kadar keyif vermiştir bilemezsiniz. İstediği bu.. Adam yerine konmak, ciddiye alınmak.. Önemli isimlerle polemiğe girmek..

Benim yaptığımı yapın dostlarım.. Gülün geçin..

Ötesine, değmez.. Hiç değmez!..

Dönüş..
Kaç kez yazdım.. Gene yazacağım.. Ne güzel şey yurda dönmek.. Tam on gün uzak kaldım evimden.. Herkesin iç çekeceği "Biraz da biz ölelim" diyeceği on harika gün yaşadım, Milano ve Londra'da..

Buna rağmen yurda dönüş günü en güzeliydi..

Yazamamak nasıl kahrediyor, hergün yazmaya alışmış insanı.. Gazeteleri okuyor, televizyonları izliyor, bir yığın insanla bir yığın şey konuşuyorsunuz.. Dağarcık tıka basa doluyor, ama boşaltamıyor, yazamıyorsunuz.. Zor olanı da bu..

Ama dinlenmenin de başka yolu yok..

Londra'da 3 gün 3 gece, kente tepeden bakan bir villada kaldım. Parkın içinde, göletin kenarında.. Kuş ve su sesleri, yaprak hışırtıları, müziğimdi.. Şehre inmek aklımdan geçmedi, içimden gelmedi. Öyle yorulmuşum..

Hani ilaç gibi derler ya.. Öyle bir dinlenme..

Şimdi içimde öyle bir yazma arzusu var ki, bıraksalar gazetenin tümünü doldururdum.

Hoş bulduk!..

SEVDİĞİM LAFLAR
Yaşlanmadan akıllanmayı çok isterdim.!

Yazarlar sayfasina geri gitmek icin tiklayiniz.

Copyright © 1999, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır