kapat

09.08.1999
Anasayfa
Son Dakika
Haber İndeksi
Yazarlar
Günün İçinden
Politika
Ekonomi
Dünyadan
Spor
S u p e r o n l i n e
Magazin
banners
Siber Haber
L E I T Z
Sofra
Bizim City
Sizinkiler
Para Durumu
Hava Durumu
Bayan Sabah
İşte İnsan
Astroloji
Reklam
Sarı Sayfalar
Arşiv
Hazırlayanlar
Sabah Künye
E-Posta

1 N U M A R A
Z D N e t  Türkiye
A T V
M i c r o s o f t
Win-Turkce US-Ascii
© Copyright 1999
MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.
CAN DÜNDAR(cdundar@sabah.com.tr )


Ev

Geceye, sararmış dörtgenler halinde gülümseyen bir huzur yuvasıdır, masalda ev... Yaşlı ormancının bacasına şöminenin dumanı, camına alevinin harı vurur.

Gaston Bachelard'ın "Geceye açılmış bir çift göz" diye tanımladığı ışıklı pencereler, ebedi saadet mekanlarını çağrıştırır çoğumuza; içimizi ısıtır.

Geçen Pazar Hıncal Uluç da "Evin yanan ışıkları" başlıklı yazısında bu sıcaklığı anlatıyordu duygusal bir dille... Akşamları yalnız başına pencereleri kapkara bir eve dönmenin hüznünden söz ederken, "Kapısı anahtarla açılmayıp, zili çalınan evler"e özenen Savaş Ay'ın mısralarına katılıyordu.

Yalnızlığın kilidini açan anahtara karşı zil, paylaşılan bir ışığın sesiydi sanki...

* * *

Nurdan Gürbilek, "Ev Ödevi" başlıklı nefis denemesinde tam da bu duyguyu deşiyor (Metis, 1999). Bir tren yolculuğunda, akşam herhangi bir istasyonda gördüğümüz ışıklı evleri örnek veriyor. Trende "yalnız ve karanlıkta olan için evden yayılan ışık, o anda kendisinin yoksun olduğunu düşündüğü her şeyin timsali gibi parıldar. 'Uyanık kalan evde biri var' diyordur ışık, 'Sen orada boş düşler kurarken, burada devam eden bir hayat var.'".

Sonra, aniden, usta işi bir yer değiştirme ile, bu kez ışıklı eve girip, istasyondaki trene bakıyor Gürbilek... Cılız lamba ışığını arkalarına alıp, her gün aynı saatte evlerinin önünde duran treni gözleyenler de acaba "Ev ne kadar karanlık, dışarıda trenin ışığı ne kadar güçlü" diye düşünüyorlar mıdır?

Trenin vaat ettiği aydınlık, evdeki ışıktan parlak mıdır? "Ev, dışarıya karşı sadece bir sığınak değil, aynı zamanda bir engel midir?"

* * *

Elbet evden eve, mukimden mukime cevabı değişen bir soru bu...

Lakin ülkenin kahir çoğunluğu için ev, Tezer Özlü'nün "Çocukluğun Soğuk Geceleri"nde öfkeyle söz ettiği mekana benzer.

Özlü, "Orta sınıf evlerinin ağır ve bunaltıcı havasından yakınır" kitabında... "Eski anılarla dolu, küf kokan, nemli, soğuk ve yalnız taşra evleri"nden söz eder. Nurdan Gürbilek'in, kendi çocukluğundan imgelerle zenginleştirerek tasvir ettiği bu evlere yakından bakınca her birinde kendi hayatımızdan birer ayrıntı bulabiliriz:

"Evlerin çoğunda baba devlet memurudur. Aile yoksul değildir, ama yokluğun yabancısı da değildir. Para zor, ama su idareli harcanır. Odadan çıkar çıkmaz söndürülür ışıklar... Odalar dar, pencereler küçüktür.

Musluklar sürekli damlatır bu evlerde... Muslukların altına madeni kaplar konur, su kaba damladıkça tekdüze bir ses çıkarır, kaplar dolar, su taşar, taştığı yerde inatçı sarı bir pas izi bırakır. Eski eşyalar atılmaz, saklanır bu evlerde; delinmiş tencereler, kulpu kırık fincanlar, küçülmüş elbiseler, eski düğmeler...

Bu eşya yığınının içinde çocuklardan kaçırılmış birkaç nadide eşya her zaman vardır: doğru misafire ikram edilmek üzere bekletilen, doğru misafir gelmediği için evin gizli bir köşesinde öylece bekleyen, ikram edilmeye bir türlü kıyalamayan bir iki şişe viski, birkaç paket yabancı sigara... Tüketim çağının başladığını bir türlü anlayamayacak, anlasa bile kabullenemeyecek bu evlerde yığınla naylon torba, boşalmış deterjan kabı, içki şişesi, ambalaj kağıdı, gazı bitmiş çakmak da birikir. Aynı zamanda, miyadını doldurmuş, toplu iğnelerle tutturulmuş, sararmış, uçları kıvrılmış, gerekli gereksiz yığınla evrak, 20 yıl önce taşınılan evin elektrik ve vergi makbuzları, bir gün lazım olur diye saklanmış karneler, yazışmalar, notlar, gazete kupürleri, köşe yazıları, yemek tarifleri, şifalı otlarla ilgili bilgiler..."

Tanıdık geliyor mu?
Devam edelim:

"Kapısı ancak misafir geldiğinde açılan soğuk misafir odaları, kapağı hep kapalı duran şekerlikler, şehirde daha yerleşik bir hayata geçilince edinilmiş, yerinden kıpırdatılamayacak kadar ağır, tozdan asla arındırılamayan vitrinler, fazla elektrik yakmasın diye birkaç ampulü gevşetilmiş kristal taklidi avizeler. Beyaz bomboş bir duvara koca bir çiviyle asılmış, nedense hep eğri duran Saatli Maarif Takvimleri, bir köşede öylece bekleyen Hayat ansiklopedileri, çocuğun zamanla keşfedeceği, gözden uzak bir yere kaldırılmış seksoloji dergileri...

"... ortası çökmüş demir karyolalar, tüten soba, akıtan termosifon, bir yana yatmış, iyice incelmiş tokyo terlikler, bir yanı yeşil, ötekisi beyaz 'Yeşil Bursa' yazılı, uçları püsküllü havlular, ortası balık işlemeli hamam tası. Banyo günü..."

"... cızırtılı radyolar, tavandan sarkan çıplak ampuller, gölgesi ışığından büyük lambalar, gecenin soğuğunu kapmış kara okul giysileri... Ağzına kadar eşyalarla dolu odalar, kapılarının arkasında giysilerin asılı olduğu askılar, bir ayağı sallanan masa, gıcırdayan sandalyeler..."

* * *

Evlerin "arka bahçe"sine vuran "ters ışık"ta bazen farklı görünür hayat...

Tezer Özlü, böyle bir evin penceresinden bakarak, içerde yanan ışıklara özenen Hıncal Uluç'a göz kırpar adeta: "Sokak aralarından geçerken, gözüme pijamalı aile babaları ilişirse, kışın yağmurlu gri günlerde tüten soba bacalarına ilişirse gözlerim, evlerin pencere camları buharlaşmışsa, odaların içine asılmış çamaşır görürsem... gitmek, gitmek, gitmek isterim hep."

Çünkü Özlü'ye göre "Güzel olan, gerçek olan dış dünya ve o dünyanın insanın kulaklarına varan uğultusudur. Ve yaşam, yalnızca sokaklardadır".

İçeridekilerin özlemle dışarıyı gözlediği, dışarıdakilerin imrenerek içeriyi özlediği bir garip mabettir ev...

Evin içindekiler dışarıda, dışarıdakiler içeride arasa da, herkes aynı ışığın peşindedir.

... ve ola ki bizdedir, içeride ya da dışarıda arayıp durduğumuz o ışığın kaynağı...

... içimizdedir.

Yazarlar sayfasina geri gitmek icin tiklayiniz.

Copyright © 1999, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır