kapat

09.08.1999
Anasayfa
Son Dakika
Haber İndeksi
Yazarlar
Günün İçinden
Politika
Ekonomi
Dünyadan
Spor
S u p e r o n l i n e
Magazin
banners
Siber Haber
L E I T Z
Sofra
Bizim City
Sizinkiler
Para Durumu
Hava Durumu
Bayan Sabah
İşte İnsan
Astroloji
Reklam
Sarı Sayfalar
Arşiv
Hazırlayanlar
Sabah Künye
E-Posta

1 N U M A R A
Z D N e t  Türkiye
A T V
M i c r o s o f t
Win-Turkce US-Ascii
© Copyright 1999
MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.
COŞKUN KIRCA(ckirca@sabah.com.tr )


Pazarlık yok! Atıfet olabilir mi?

Abdullah Öcalan, avukatları vasıtasıyla PKK'ya bir çağrıda bulundu ve 1 Eylül'den itibaren silahlı faaliyete son vererek Türkiye dışına çekilmesini istedi.

PKK'nın bu çağrıya uyacağı da açıklandı. Öcalan'ın Türkiye'ye getirildikten sonra yaptığı açıklamalarla bir arada ele alınınca bu son çağrı ne anlama geliyor?

Öcalan'ın bir ümidi var: Türkiye ülkesi üzerinde ve Türk vatandaşları arasında Kürt halkı diye Türk halkı ve milletinin dışında bir varlık olduğunu Türk devletine kabul ettirebileceğini ve bu farklılığa dayanarak Kürt halkı dediği Türk vatandaşlarına bazı kendilerine özgü "kültürel haklar" tanıtabileceğini düşünüyor!

Çok-halklılık safsatası
Bu talepler, Türkiye'de tekil devletin son bulmasını istemek anlamına gelir. Fransa bile Korsika halkı diye bir siyasi ve hukuki varlık olmadığını Anayasa divanının kesin kararlarıyla açıkladığına göre, hiçbir batı ülkesi, Türkiye'de iki ayrı halk olduğunu ya da olması gerektiğini savunamamak durumundadır. İşte Kürt asıllı vatandaşlarımıza kendilerine özgü kültürel denilen haklar tanınması Apo'nun ortaya koyduğu bu çok-halklılık kavramına dayanacaktır. Yani Türk devleti, kendi ülkesi ve vatandaşları arasında -Lozan Barış Antlaşması'nda sayılanlar dışında- bir azınlık yaratmış olacaktır! Tekil bir devlet olarak Türkiye de, tıpkı Fransa gibi, kendi "ülkesi üzerinde milli azınlıkların varlığını tanımaz." Bellidir ki bir kez çok-halklılık tanınınca aynı esasa dayalı daha ileriye varan taleplere de hem kavramsal, hem de pratik planda yol açılmış olacaktır. Gerçekten, Türk ülkesi üzerinde iki ayrı halk varsa, bu esasa dayanarak, özerk siyasi bölge fikrini de, iki federe devletten oluşan federal devlet formülünü de ileri sürmek ve hatta bağımsızlık istemek mümkün hale gelir. Ayrıca bu suretle, böyle bir topluluk oldukları iddiasıyla ortaya fırlayabilme hakkı başkaları için de istenebilir.

Tehdit ve pazarlık olmaz
Öcalan, lideri olduğu örgütten tedhişçilikten kesin olarak vazgeçmesini bile istemiyor. PKK sadece Türkiye'de tedhişçi hareketlerden kaçınacak: komşu bir veya birkaç ülkeye göç edecek; ama silahlarını terk etmeyecektir; yani Öcalan'ın istekleri yerine gelmezse, tekrar Türkiye içinde tedhişçiliğe başlayacaktır. Bu istekler yerine gelirse, PKK'nın silahlarını terk edip sırf siyasi bir örgüt olarak faaliyet göstermeyi kabulleneceği de belli değildir. Kaldı ki Öcalan'ın taleplerini yerine getirmek amacını taşıyan bir siyasi örgüte Türk siyasi sistemi içerisinde zaten yer yoktur.

Apo kimlere güveniyor?
Demek oluyor ki Öcalan, sadece idam edilmemesini sağlamak için bu tehdit kılıklı taleplerde bulunmuyor; hâlâ Türk devletiyle pazarlık yapabileceğini sanıyor! Nasıl oluyor da sanabiliyor? Çünkü yabancı devletlerden ve herhalde yabancı kamuoyundan Türk devleti üzerine, onu varlığının temeli olan ilkelerden vazgeçirebilecek kadar ağır baskılar geleceğini düşünüyor! "Kültürel haklar" vaveylasına Türkiye içinden katılanların da bulunuşu, Öcalan'da da, PKK'da da bu tarz baskılarla Türk devletinin kendi özünden vazgeçirilebileceği ümidini doğuruyor. Bellidir ki Öcalan, PKK, onun bir kolu olan HADEP ve aynı çizgide olan diğerleri asıl hedeflerini terk etmiş olmayıp sadece bu hedeflerin bazılarını şimdilik erteleyerek zaman içinde yaymayı yeğliyorlar. Hele bir kez "kültürel haklar" koparılsın, bu hakların dayanacağı çok-halklılık kavramının mantığı yoluna devam edecektir. Hepsinin şimdiki son ümidi işte budur.

Etnik kültür diye hangi unsurlar akla gelebilirse, Türk halkının içinde yaşayan hiçbiri ortak milli kültüre asla ters düşmez. Farklılık sırf ana dildedir. Bu konuda da bir saplama yapmak gerekiyor. Etnik kökeni ne olursa olsun Türk vatandaşı özel hayatında istediği dili veya ağzı konuşabilir ve devletin yönettiği veya denetlediği eğitim ve öğretim kurumları dışında çocukları ve yakınlarına bu dili yahut ağzı yine kendi özel hayatı çerçevesinde öğretebilir. Bu imkan zaten vardır. Özel hayat alanının dışında ise milletin ortak dili yani Türkçe geçerlidir. Öcalan'ın "kültürel haklar" talebinin dayandığı kavramın çok-halklılık olduğu düşünülürse, bu talebin neleri saklı tuttuğu ve adım adım nerelere götürebileceği meydandadır. Bunu idrak edemeyenler ya tam bir saflığın içindedirler, ya da düpedüz bölücülüğe hizmet etmektedirler. Bölücülük bir tehdit olarak hâlâ mevcut olduğuna göre, çok-halklılık safsatası için odaklık işlevini yerine getirecek kurumsal imkanlara yeşil ışık yakması Türk devletinden istenemez.

Gayri meşru yöntem
Türkiye Cumhuriyeti'nin böylesine bir saçmalığa sürüklenmesinin yöntemi de meğerse bulunmuş! Başbakan'ın parti ayırımı yapmadan kürt kökenli milletvekilleriyle bu konuları görüşmesi, meşru bir yöntem olurmuş! Bu fikri savunanların belli ki Türk Anayasası'ndan haberleri yok! Günümüzdeki görünümüyle Başbakan'ın, Türkiye'de iki halk bulunduğu safsatasını kabullenmek anlamına gelen böyle bir usuli hataya düşebileceğini hiç tahmin etmemekle beraber, bilmeyenlere Anayasamız'ın 80. maddesini hatırlatmakta yine de fayda olsa gerek: "Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeleri, seçildikleri bölgeyi veya kendilerini seçenleri değil, bütün milleti temsil ederler." Demek oluyor ki bazı yabancı çevrelerde de pek revaç bulan bu öneri, tekil devlet olmanın vazgeçilemez gereklerinden birine açıkça aykırı olacağı için, meşru olmak şöyle dursun, meşruiyetsizliğin ta kendisidir. Tekil bir devlette bu konular görüşülemeyeceği içindir ki böyle bir görüşmenin muhatabı da olmaz.

Kimi yazar çizerlerimizin ve bazı yabancı devletlerin kafaları bu konuda o kadar karışıktır ki, Türkiye'de neyin olabileceğini, neyin olamayacağını anlayabilecekleri üslupla bir kez daha vurgulamak gerekiyor. Devlet, bu konuda gerekeni bir an önce yapmalıdır. Türkiye'nin gündemi bir sergerde ile birkaç hayalci tarafından tayin edilemez.

Atıfet nasıl olabilir?
Öcalan'a verilen ölüm cezası yerine getirilmeli mi? Getirilmemeli mi? Hâlâ çok-halklılık şarkıları söyleyen Öcalan hangi açıdan aklını başına almış sayılabilir ki? Pişmanlık böyle olmaz. Pişmanlık ancak Türkiye Cumhuriyeti'nin değişmez niteliklerini kayıtsız şartsız kabullenmekle ve PKK'yı kendi kendini feshedip teslim olmaya davet etmekle olur. Ölüm cezasının infazında atıfet, işte ancak o takdirde, hesaba katılabilecek çok değişik unsurlardan biri haline gelebilir. Pişmanlık gibi, atıfet de, ne siyasi, ne de başka hiçbir tür pazarlığın konusu olabilir.

Yazarlar sayfasina geri gitmek icin tiklayiniz.

Copyright © 1999, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır