kapat

09.08.1999
Anasayfa
Son Dakika
Haber İndeksi
Yazarlar
Günün İçinden
Politika
Ekonomi
Dünyadan
Spor
S u p e r o n l i n e
Magazin
banners
Siber Haber
L E I T Z
Sofra
Bizim City
Sizinkiler
Para Durumu
Hava Durumu
Bayan Sabah
İşte İnsan
Astroloji
Reklam
Sarı Sayfalar
Arşiv
Hazırlayanlar
Sabah Künye
E-Posta

1 N U M A R A
Z D N e t  Türkiye
A T V
M i c r o s o f t
Win-Turkce US-Ascii
© Copyright 1999
MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.
Ölüm ülkesinde grev var
Zonguldak iki gündür Şemsi Denizer ile katilini konuşuyor. Gerçi sayıları az ama, hiçbir otelde yer bulmak mümkün değil. Sendikacılar, siyasetçiler daha Denizer'in vurulduğu gün kapatmışlar bütün otelleri.

Cenaze saat 11.00'de Genel Maden İş Sendikası'nın önüne getirilecek. Mahşeri bir kalabalık. Herkesin yakasında Denizer'in ya kasketli, ya vesikalık "renkli" bir fotoğrafı...

Sendikadan halkın "Madenciler Anıtı" önünde toplanması için duyuru yapılıyor. Halk, sel halinde anıta sürükleniyor bir anda.

Yosun tutmuş bir çakıltaşı misali ben de...

Cehhenemi bir sıcak. Balkonların gölgesine sığınmış 3-5 kadın dışında muazzam bir erkek kalabalığı... Maden ocaklarının bütün kömür işçileri, sanki ocaklara inmemiş de başkanlarını "son yolculuğuna" uğurlama vardiyasındalar.

Saat tam 11.30'da Denizer'in hastaneden alınan tabutu, Madenciler Anıtı önüne getiriliyor. Anıt önünde "bekleyen"ler ile "gelen"lerin sesleri alkışlarla birbirine karışıyor:

"Zonguldak seninle gurur duyuyor", "Denizer ölmedi kalbimizde yaşıyor", "Denizer ölmez emekçiler bölünmez"...

Kalabalık, Genel Maden İş Sendikası önüne geldiğinde kimi sloganlar akış yönünü Türk-İş'e çeviriyor:

"Türk-İş uyuma, Denizer'e sahip çık!"

Anılarla teselli
Saat 11.50'de sendika önünden alınan Denizer'in cenazesi Ulu Camii'in rüzgarını "öteki dünya"nın o meçhul imanına ayarlamış avlusuna giriyor.

Çevresi çiçeklerle donatılmış Ulucami'de kırmızı beyaz karanfillerle bir çiçek bahçesi de Denizer'in tabutu...

Denizer bir daha dönemeyeceği o son yolculuğa çıkmak için musalla taşının bekleme salonuna alınırken merakımın oltasını Denizer'i sevenlerin ummanına bırakıyorum.

Çünkü iki gündür, alkışlar ve sloganlar bir yana, Zonguldak'ın göğsüne balyoz misali inen "sıcak" bir "bahar" serinliğine dönüştüren halkın gündeminde fısıltı halinde de olsa yalnızca Denizer var:

"Yazık bir çınar devrildi", "Adam, düpedüz psikopat. Denizer'e 5 mermi sıkıyor, öldüremeyince de altıncıyı..." Ve herkesin "başsağlığı" dileğinin arka odasında Denizer ile ilgili bir "anı"nın işlemeli mendili, ondan geriye kalan bir teselli armağanı sanki:

"Daha geçen gün Ankara'da görüşmüştük..."

Ölümün zamanı yok
Artık "zaman" kavramının bir anlamı yok.

Çünkü ölümün "zaman"ı olmadığı gibi "ölüm" ülkesinde de zamanın anlamının olup olmaması önemli değil.

Denizer'in al-beyaz karanfillerle bezeli bedeni günü takvimden silinircesine Çaycuma'ya, çocukluğunun ana yurdu Gökçehatipler Köyü'ne doğru yola çıkıyor.

Kırküç yıllık ömürünün bundan sonraki zamanını köyünün bir dağ yamacında geçirecek.

Öğle sıcağını da bedenime ikinci bir ten olarak geçirerek Zonguldak'tan Çaycuma'ya yola çıkıyorum.

Yol boyu Keler, Çukurören, Eceler, Çayköy, Kaleoğlu, Örmeci, Bakacakkadı, Çaycuma ahalisi başkanları Denizer'i karşılamaya çıkmış. Karamanlar'da çocukların kimisinin elinde bir Türk bayrağı, kimisinin elinde bir koli kartonuna yazılmış iki üç sözcük:

"Kanın yerde kalmayacak!"

"Denizer ölmez başkan yaşayacak!"

Çaycuma girişinde ellerinde çiçek demetleriyle kadınlar, genç kızlar:

"Başkanımız kalbimizde yaşıyor..."

Zonguldak direnişi
Zonguldak-Gökçehatipler arası 80 km silme insan sanki. Hani o Zonguldak direnişinde Denizer nasıl onca insanı Ankara yoluna dökmüşse, şimdi öyle bir insan seli yollarda...

Çaycuma girişinde yol üzerinde bir tabela dikkati çekiyor:

"Her kentin övünç duyduğu bir kuyumcusu vardır..."

Bu kuyumcu gibi, her kentin de övünç duyduğu bir insanı olmalı. Tıpkı Zonguldak yöresinin Şemsi Denizer ile övünç duyduğu gibi...

Gün ikindiye devirirken Denizer'in bunca insanın sevgisiyle süslenmiş bedeni biz faniler için her zaman meçhul kalacak o ölüm ülkesine yola çıkıyor.

Yol azığı olarak bir kürek toprak da ben atıyorum. Beyaz kefenine sarınmış uykusuna ve usulca fısıldıyorum kulağına:

"Ölümün anayurdunu bilen var mı?"

REFİK DURBAŞ


Copyright © 1999, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır