Bazen karşınızdakinin size rüzgâr etkisi yapacağını hesaba katmalısınız. O zaman hep birlikte hatırlayalım. Rüzgâra karşı tükürünce n'olurdu? Yüzünüze gelirdi (Aferin). Artık bunu biliyoruz. Demek ki ne yapacağız? Asabatımıza çüş diyebilmeyi öğreneceğiz. Şu bilinç yükseltme kitaplarına göre (bilinç altının gücü, yüksek bilinç kılavuzu, ruhsal büyüme, hatalı alanlarımız, vb.) kimse bizi sinirlendirmezmiş zaten. Sinirlenmeyi biz seçermişiz. Hepimiz kuyruğumuza basıldığında dişlerimizi göstereceğimize göre, etki-tepki hadisesini, adına gelişmiş yaratık denilen insanlar olarak bizlerden iyi canlandıran yok. Sinirlenmeme işini becerenlere ise hidayete erenler adını veriyoruz ve daha ziyade onlara Tibet, Hindistan, vb. civarlarında rastlıyoruz. Bu insan üstü sabırlı varlıklar arasında bir de lama dediğimiz şahıslar var ki, bunların hayvan cinsinden olanları tükürebilme yeteneğine sahipler (Bkz: Yazının başı ve başlığı!). Zor iş tabii, biri tavuğunuza kışt diyecek, siz de hiçbir şey olmamış gibi davranıp, karşısında öyle demlik gibi duracaksınız. Hatta "olacak iş değil" de diyebiliriz değil mi? Hâlbuki hep öyle öğretildi. Bizi taşla vurana biz ekmekle vuracaktık. Biri yanağımıza vurdu mu, biz öbür yanağımızı uzatacaktık. Annemizin vurduğu yerde gül biterdi (Bunun konumuzla hiçbir ilgisi yok!). Sanırım böyle yapınca, yani tepkisiz kalınca, karşımızdakinin vicdanını rahatsız edeceğimiz düşünülerek bize öğretilmiş bütün bunlar. İyi de karşımızdakinin vicdanı kıl kadar oynamaz ise diğer yanağımızı uzatmakla başlayan bir boş bulunmanın devamında vicdansız şahsın bizi pestile çevirmeyeceğini kim garanti ediyor.
Atalarımızın sözlerini seviyorum bizleri sakinleştirmeye çalışan her sözün denenmişliğinin ardında cenkleşmiş olup rahatlamanın dayanılmaz hafifliğini seziyorum. O zamanlar uygulanabilir şeyler miymiş acaba diye düşündüğümde atalarımızın cengâverlikleri aklıma geliyor, vazgeçiyorum.
Biz her şeyi hep beraber isteriz. Alacağımıza hassas, vereceğimize cimriyiz. Oysa ki hayatın kendi içinde ticari bir mantığı vardır. Bazı bedeller ödetir. Ne kadar ekmeğiniz varsa, o köfte koymayabilir içine. Ziyafet sofrasına bakarken, kendinizi yavan ekmeği kemirirken bulduğunuz da olur. En acısı da budur. Bazısı da ne yiyeceğine karar veremez. Ziyafet sofrasının nimetlerinden olabildiğince faydalanmak için önüne geleni yer, mide fesatına uğrar. Bunlara midesiz de diyebiliriz.
Kararsızlık sürü ile kayba yol açar. En fenası da aşka meşke dair olanıdır bu kayıpların. "Oysa ne aşk bekler, ne mutluluk. Onlar kendilerini kayıtsız şartsız bağrına basacak bir başkasına yol alırlar. Ve sen açıkta kalırsın. Kendin için hazırladığın rolü hayatın armağanlarını kabullenmeyi bilen kararlı biri oynar gözlerinin önünde."
Şiirlerini çok sevdiğim Özer Bal da bencileyin bir terazi o da karar verme konusunda kararsız! Şiir kitaplarından birinde filozofça yazmış: "Düşündüğünü hemen yap yoksa karar vermek zorunda kalırsın".
Bir başkası: Kararsızlığım
karar vermeye karar verdiğinden değil
karar vermek zorunluluğuna karşı
Seçmemek özgürlüğünden ibarettir.
Hepinizin bildiği tekerleme gibi bir şey de ben yazayım.
- Tırtıl tırtıl ver de kurtul
- Neyi?
- Kararını tabii...
Yılbaşında kaybettiğim canım arkadaşım ve menejerim Anus Bakış'ın güçlü bir kalemi vardı. İyi bir gazeteciydi "Rapsodi" dergisinde de hayata dair yazılar yazardi. O yazılardan bir tanesinde yer alan bir bölüm.
Sayıklamalar:
Geçen haftaki yazımda "Feng shui"nin açıklamasını yapmamışım.
Her biriniz Uzakdoğu dilleri ve adetleri uzmanısınız ya, gerek duymamışım demek ki!
Feng shui: Çevrenizle uyum içinde yaşıyabilmek için o çevreyi belli prensipler doğrultusunda düzeltme sanatına verilen isim.
Kedi çimi satıyorlar
Allah'ın otunu yani
Annem "ota boka para verme yavrucuğum," diyor.
Sen alın terinle kazanıyorsun
Vermiyorum anne
Terastaki nebattan idare ediyor bizimkisi