kapat

18.07.1999
Anasayfa
Son Dakika
Haber İndeksi
Yazarlar
Günün İçinden
Politika
Ekonomi
Dünyadan
Spor
S u p e r o n l i n e
Magazin
banners
Siber Haber
L E I T Z
Sofra
Bizim City
Sizinkiler
Para Durumu
Hava Durumu
Bayan Sabah
İşte İnsan
Astroloji
Reklam
Sarı Sayfalar
Arşiv
Hazırlayanlar
Sabah Künye
E-Posta

1 N U M A R A
Z D N e t  Türkiye
A T V
M i c r o s o f t
Win-Turkce US-Ascii
© Copyright 1999
MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.
CAN ATAKLI(ataklic@sabah.com.tr )


Her şeyi dert etmeyin

Ölümün sırrını çözemiyoruz. "Bu da laf mı?" diyeceksiniz. Zaten çözebilseydik, ortada sorun kalmazdı. Doğru tabii. Ama yine de sık sık insanın aklına takılıyor; nereden geldik nereye gidiyoruz?

Bazen düşünüyorum da, belki bizim hayatımız da tıpkı kelebekler gibidir. Nasıl biz kozadan çıkan kelebeğin, sadece birkaç saat özgürce uçtuktan sonra ölüvermesine "hayret" ediyorsak, belki başkaları da izledikleri "insan hayatının" ne kadar da kısa olduğuna hayret ediyorlardır.

Geçenlerde bir belgesel izliyordum TRT-3'te. Bilim adamları dünya tarihi ile ilgili olarak ilginç bir tanımlama getirmişler. Diyorlar ki; "Dünyanın oluşumundan bugüne kadar geçen süreyi 24 saat olarak düşünürsek, dinozorlar saat 14.00'te ortaya çıkmışlar ve 17.00'de kaybolmuşlar. İnsan türü gece yarısına 3.5 dakika kala varlık göstermiş. Bizim bildiğimiz insanlık tarihi ise sadece 3 saniye."

Şimdi düşünün, dünya oluşuyor ve 14 saat geçiyor, o dönemle ilgili hiçbir şey bilmiyoruz. Dinozorların bu dilim içinde sadece 3 saat yaşadıklarını "tahmin" ediyoruz. Bizim tarihimiz ise koca 24 saat içinde 3.5 dakika bildiğimiz bölüm ise 3 saniye.

Atalarımız, onların ataları, tarih öncesi dediğimiz dönemler, 24 saatin 3.5 dakikasını ancak kaplıyor. O halde demek ki bizim ömrümüz de aslında "kelebeklerin ömrü" kadar.

Peki "kelebeklerin ömrü" kadar yaşarken kendimize niçin bu kadar eziyet çektiriyor, hırslarımızın esiri oluyor, mutsuzluğun bataklığına düşüyoruz genellikle?

Mal, mülk, para, şöhret, güç ne anlama geliyor? Ölümle yaşam arasındaki sınır saniyenin milyonda biri kadar sadece. Adımınızı kaldırımdan atıyorsunuz, dengeniz kayboluyor, düşüp başınızı vuruyorsunuz ve ölüyorsunuz. Hepsi bu.

O anda ne paranın, ne malın, ne şanın şöhretin, ne gücün hiçbir önemi kalmıyor.

Cuma günü Karacahmet Mezarlığı'nı baştan başa yürüdüm. Mezar taşlarında çok sayıda tanınmış isme rastladım. O mezar taşlarına bakarken, beni çok etkileyen bir cümle geldi aklıma "Mezarlar, asla vazgeçilmeyecek insanlarla doludur."

Gerçekten de, isimlerini gördüğüm pekçok kişi, yaşadıkları dönemde sanki "asla vazgeçilmeyecek" gibiydiler.

Bırakın "vazgeçilmemelerini" unutulup gittiler bile. Tıpkı hepimizin başına geleceği gibi.

O halde hayatı çok da ciddiye almamak daha doğru galiba. Hele hayatı ciddiye aldığımızı sanırken, kendi kendimize koyduğumuz kısıtlamalar, sınırlamalar şu kısacık ömrümüzü ne kadar çekilmez hale getiriyor.

Bunu tek başınıza, sakin bir ortamda düşündüğünüz zaman bana hak vereceksiniz sanıyorum.

Arpalık olayı nedense hep ANAP dönemlerinde oluyor

Kamu kurum ve kuruluşlarında "bol maaşlı" ama "az çalışmalı" makamlara yani "arpalıklara" siyasi partilerin kendi adamlarını getirme çabası bilinen bir şey. Ama dikkat ediyor musunuz, bunu en fütursuzca yapan parti hep ANAP. İşte şimdi de, kamuoyundan çok eleştiri alan atamalar var. Listelere bakıyorsunuz ANAP sıralarından seçimlere girmiş de kazanamamış ne kadar isim varsa "arpalıklara" yerleştiriliyor. Daha önceki hükümet döneminde de benzer bir uygulama olmuştu. Zamanın bakanlarından Rüşdü Saracoğlu kendilerini de iğneleyerek "Ne yapalım, iktidarın gereği bu" açıklamasını yapmıştı. Her seferinde, gözü kara biçimde bu arpalıkları dağıtması ANAP'ın bir parti olmaktan çok "menfaat birliği" olduğu kuşkusunu artırıyor.

MHP sorun mu oluyor?
Siyasi kulislerde "sessiz ve derinden" konuşulan bir konu var. Bu şu anda kamuoyuna pek yansımadı ama, kokusunun yakında çıkması çok muhtemel. İstenen şu; MHP ya tam istendiği gibi davranmalı ya da hükümet dışında kalmalı.

MHP, iki ayı bulan iktidar döneminde hâlâ renk vermedi. Sağlık Bakanı da olmasa millet MHP'nin hükümette olduğunun bile farkına varmayacak. Çünkü MHP hemen her konuda "derin" bir sessizlik içinde. Hiçbir konuda MHP'den "etkili" görüş almak mümkün olmuyor.

Tabii ayak üstü verilen demeçleri ya da "uyum" gösterilerini hariç tutuyorum.

Bu durum aslında rahatsızlık yaratıyor. Her kesimin hükümetten bazı talepleri oluyor. Hükümetin MHP dışındaki ortakları işin kolayını bulmuş durumda, diyorlar ki; "Bunu MHP'ye anlatmak zor" ya da "Tamam halledeceğiz de, MHP engel oluyor."

Bu durumun özellikle "büyük sermaye" çevrelerinde hoş karşılanmadığını gözlemliyorum. Seçimlerden sonra "MHP'nin mutlaka hükümette olması gerek" diyen pekçok etkili isim şimdi aynı kanıda değil. Aslına bakarsanız aynı görüş DSP için de geçerli. DSP'ye "engin" bir destek veren toplumun çeşitli kesimleri "Yanlış mı yaptık acaba?" sorusunu hemen her yerde soruyorlar.

Şu anda kamuoyuna yansımamış da olsa, "başka bir hükümet" taleplerinin önümüzdeki sonbaharda ortaya çıkması çok muhtemel. Bu konuda bazı senaryolar var, biraz daha netleştirdikten sonra size de aktaracağım.

Yazarlar sayfasına geri gitmek için tıklayınız.

Copyright © 1999, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır