kapat

18.07.1999
Anasayfa
Son Dakika
Haber İndeksi
Yazarlar
Günün İçinden
Politika
Ekonomi
Dünyadan
Spor
S u p e r o n l i n e
Magazin
banners
Siber Haber
L E I T Z
Sofra
Bizim City
Sizinkiler
Para Durumu
Hava Durumu
Bayan Sabah
İşte İnsan
Astroloji
Reklam
Sarı Sayfalar
Arşiv
Hazırlayanlar
Sabah Künye
E-Posta

1 N U M A R A
Z D N e t  Türkiye
A T V
M i c r o s o f t
Win-Turkce US-Ascii
© Copyright 1999
MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.
Aldırma gönül aldırma...
Hakan Ural... Evinden babasıyla yaptığı telefon konuşmalarını bile milletçe dinlediğimiz; hayatını, ciğerlerinin röntgenini çekermişçesine dikizlediğimiz; hiç umursamasak bile her adımından haberdar olduğumuz genç adam... Onunla ilgili hâlâ merak ettiğiniz bir şey kaldı mı?

nu tanıyorsunuz; en azından Yalan Rüzgârı'ndaki Victor kadar iyi tanıyorsunuz onu... Piyasaya ilk "düştüğünde", Banu Alkan'ın karşısındaki "temiz yüzlü çocuk"tu. Son beş yıldır, kartvizit bastırması gerekse, isminin altına; "Sibel Can'ın kocası" ya da "Selçuk Ural'ın oğlu" yazdırması olağan karşılanabilir duruma geldi.

Hakan Ural, sinemaya girdiğinde büyük fırtınalar koparmamıştı. Meslek hayatı, genellikle iddiasız jön rolleriydi. Fakat bugüne dek çevirdiği hiçbir dizi ve filmde, kendi "reel melodramı" kadar başarılı bir "oyun çıkartmadı..." Bundan sonra tek dileği, kaderin senaryosunu kaleme alan gücün, kendisine "huzurlu sıradan adam" rolü biçmesi... Bütün yaşadıklarına rağmen her anına şükreden 31 yaşında genç bir adam için, çok şey istiyor sayılmaz...

Neden Hakan Ural
Her şeyden önce geçmiş olsun. Tatsız olacak ama, "içeride" yaşadığınız tecrübelerle başlayalım mı?

Ben tecrübe edineyim diye çaba sarfetmedim. O günün getirdikleri, içeride günlük yaşamın getirdiği zorluklar, belleğinize yerleşiyor. Eminim ki ileride istemeyerek de olsa, orada yaşadığım tecrübelerin faydası dokunacaktır. Ama bunların ne olduğunu sorsanız, onu da bilmiyorum. "Herhalde yararı olmuştur," diye Pollyanna'cılık oynuyorum. Allah hiçkimseyi düşürüp de böyle bir şey yaşatmasın. Ben; "İnsan yaşadığı acılardan tecrübe kazanır," mantığını savunan bir insan değilim. O zaman bir mazoşistlik söz konusu oluyor. "Her insan, ne olur, ne olmaz diye, 40-50 yaşına kadar ne kadar acı varsa yaşasın ki, sonraki yaşamında o tecrübeleriyle rahat etsin" zihniyeti, bana mantıksız geliyor.

Bu ülkede medya terörü diye bir şey söz konusuysa, bu dertten en çok çekmiş kişilerden birisiniz. Pek çok kişi de; "Ateş olmayan yerden duman çıkmaz," diye düşünüyor. Neden siz?..

Biraz kaderci olmak, inanmak lâzım. Bizim çizgimizde, yaşamımızda, bunlar varmış diyorum ben. "Bunlar üstümüze geliyor, hakketmedik," falan diye, herkes tarafından bilinen şeyleri, bir de ben dile getirmek istemiyorum. Psikolojik yönden ne kadar güçlü olmaya çalışırsanız çalışın, kuvvetli olmaya çalıştığınız için zaten ilk etapta yıpranıyorsunuz. Neye karşı kuvvetli olacağım ki? Ben bunu genelde kişiselleştirmiyorum. Spor camiasında da, politika dünyasında da uç noktadaki kişiler bunları yaşıyor. Maalesef Türkiye'de her an herkesle ilgili suni gündem oluşturulabiliyor. Günü kurtarma adına, haber adı altında bir takım şeyler yapılabiliyor. Bunlar insanları psikolojik olarak yıpratmış, haysiyetleriyle oynamış, onurlarını kırmış, üzmüş, kimsenin umrunda değil. Kimse; "O ben de olabilirim," diye düşünmüyor.

Bu ülkede yaşayan biri olarak, "sıradan vatandaş" olmama rağmen, ben bile durmadan omzumun üzerinden arkama bakma ihtiyacı duyuyorum. Herhalde olup bitenler, sizde eni konu bir paranoya yaratmıştır.

Maaselef... Ben 31 yaşındayım. Çok da aktif bir beyne ve bedene sahipken, bu doğrultuda, cesaretli bir şekilde sosyal olamıyorum. Olmak da istemiyorum. Bir insanı alıp 15 dakika boyunca durmadan döverseniz, 15 dakika sonra, elinizi boşluğa bile kaldırsanız, müdafaya geçer; bu da öyle bir şey... Böyle olsun istemezdik.

Peki bundan sonra ne yapacaksınız?

Ya, benim sakin bir hayatım var. Gece hayatım, içkim, kumarım yoktur. Akşam, sekizde-dokuzda evine giden bir adamım. Bunun yanında da hobi olarak, işimi yapmaktan zevk duyuyorum. Günümüzde televizyon kanallarından ötürü, iyi sayılabilecek paralar kazanmaya başladık. Beni birinci derecede sağlık ve huzur ilgilendiriyor. Hayatta her şey gelip geçici... Bunun dışında da, kendime saygı açısından, kendimi adam gibi bir adam yapmak niyetindeyim. Bu saatten sonra şöhretle işim olmaz. Öyle, hayalle karışık hedeflerim falan yok. Oldukça gerçekçi sayılabilecek bir kişiliğe sahibim. Ülke şartlarını da oldukça iyi biliyorum.

Böylesi sansasyonel bir dönemin olumlu, olumsuz, ne gibi etkileri oldu hayatınızda?

Maalesef işimle ilgili olumlu etkileri oldu; benle alâkalı ise olumsuz etkileri var. Ben mekanik, robot gibi bir adam değilim; benim de duygularım, hislerim var. Hemen öyle sıyrılamıyorsunuz; öyle bir düğmeniz yok çünkü. Şu anda bir projede yer alsam, ne kadar müthiş bir proje olursa olsun, sağlıklı bir şekilde o sette yer alamazdım. O güce ve beyne sahip değilim; önce bir sıfırlanmam lâzım. İki-üç ay içinde kendimi toparlarım herhalde.

O kadar çok konuşuldunuz ki, herkesin size dair bir fikri var. Bu önyargılarını hissettiriyorlar mı?

Bu ülkede maalesef o kadar enteresan tecrübeler kazandım ki... Ülkenin her sınıfından insanların düşünce tarzlarını ve yaşayış standartlarını o kadar iyi biliyorum ki... Olumlu, olumsuz, hiçbir şeye kızmıyorum. Bu ülkede size ne veriliyorsa, onu alıyorsunuz. Alâkasız insanlar bizimle ilgili ilgi ve bilgi sahibi oldu; o da yarım yamalak... Bizi tanımıyorlar; ne yazılıyorsa, onu biliyorlar.

Herkesi tek tek aydınlatmak gibi ne bir çabam, ne de imkânım var. Ama zaman, her şeyin ilacı... Dolayısıyla insanlara hoşgörülü yaklaşıyorum. Dediğim gibi, sakin ve biraz da kaderci olmak lâzım. Bir de birtakım şeylerden şikâyet ederken, nankör olmamak lâzım. Bizim bilinirliğimizin avantajları da oldu zamanında. Bir takım insanlardan daha fazla para kazanmak olsun, filmlerimizden dolayı yaşadığımız bir takım avantajlar olsun... İyi tarafları da kötü tarafları da var. Biz, son bir senedir, kötü taraflarını daha çok yaşıyoruz ama bunlar da atlatılacak. Ülkede çok beter şeyler yaşayan insanlar var. O yüzden çok da şikâyet etmek, Allah'ın gücüne gider diye düşünüyorum.

Sibel'le her zaman görüşeceğiz

Sibel Can'la görüşüyor musunuz?
Özellikle son 10 gündür, maalesef çok görüşüyoruz. Maalesef diyorum; Engin Can'ın başına gelen talihsiz kazadan dolayı çok sık görüşüyoruz çünkü... Su döküldü; ayağı yandı... Sibel ile gayet de iyi diyaloğumuz. Ortada iki tane çocuk var. Onların suçu, sadece bizim çocuklarımız olmak olmamalı... Dünyadan haberleri yok. Bizim ve bazı insanların, ister istemez onlara yaşattıkları şeyler, ileride onların psikolojisini belirleyecek. Bunu hakketmiyorlar. Zaten şimdiden onların geleceklerinde yaşayacakları bir takım rahatsızlıklara neden olduk. Çocuklar var olduğu sürece biz Sibel'le her zaman görüşeceğiz.

Siz gördüğüm kadarıyla bayağı olgun birisiniz ve had safhada tevekkül hâlindesiniz. Durmadan, besmele çekercesine; "Sabır, hoşgörü," falan diyorsunuz...

E, öyle... Kendinizi yaşadığınız olayların akışına bırakırsanız, farkında bile olmadan bir takım dengesizlikler yaşayabilirsiniz. O zaman hiçbir şeyin tedavisi mümkün olmaz. Sorumluluğunu taşıdığınız insanlar var; onları da mutsuzluğa itmiş olursunuz...

Hayatınızın her alanında "erkenci"siniz bir de... "Piyasaya" erken girdiniz, erken evlendiniz, erken çocuk yaptınız...

İnsanların hayatında, ellerinde olmadan gelişen inişler çıkışlar, sürprizler olur. Özellikle benim hayatım, hep bunlarla geçti. 15 sene anneannem büyüttü beni; hiç kimse Selçuk Ural'ın oğlu olduğumu bilmiyordu. Sonra bir anda babamla birlikte olmaya başladım. İşte, güzel çocuğuz; elimiz ayağımız düzgün; bir anda mankenlik teklifi geldi. Sonra film teklifleri derken, 16-17 yaşımda kendi hayatımı kendim kazanmaya başladım. Babamdan gizli, Banu Alkan'la bir film çektim. Çok da küçüğüm; "Oğlunu mu oynayacaksın Banu Alkan'ın?" diye soruyorlar.

O zamanlar sinemanın bittiği, hatta videonun da bittiği dönemler. Banu Alkan'ın, Serpil Çakmaklı'nın, Harika Avcı'nın falan yanına güzel, eli ayağı düzgün çocuklar lâzım. Piyasaya onlardan biri olarak girdim. Hoşuma da gitti. Sokakta falan tanımaları, ruhumu tatmin ediyordu açıkçası. O zamanlar böyle değil tabii, senede 12-13 tane film çekiliyor.

Sonra yıllar geçince, eğitimimle ilgili yurt dışına gitmem gerekti. Burda her şey çok güzel geliyordu o zamanlar; dışarı gitmek istemediğim için ailemle sorunlar yaşadım. Zihniyetimin değişmesi, benim orada okumamama sebep oldu. Sonra tekrar buraya geldim. Bir-iki sene daha çalıştım. Derken, gezdiğim bir gece Sibel'le tanıştık.

O meşhur hikâye... "Ben bu kızı tavlarım," diye arkadaşlarınızla iddiaya girmişsiniz.

Evet. Evlendik sonra... Gerisi de benim anlatmamı gerektirecek bir durum değil; herkesin gözünün önünde, 12 senelik bir evlilik geçirdik. Sonunda da bitti.

Gerçekten bu kadar edilgen misinizdir hayatta? Gidişatta hiç mi sözünüz geçmez?

Yok, gerçekten öyle... Hiçbir şeyi programlayıp, çizgimi değiştirecek ölçüde kararlar almadım. Bizim de, ben çocukken parçalanmış bir hayat düzenimiz vardı. Böyle bir durumdayken, benim için oldukça cesaretli sayılabilecek şeylere giriştim aslında hakikaten. Bugün de, bu genç yaşta, bir el frenini çekmek ihtiyacı duydum yani... Allah'a şükür; aç değiliz, açıkta değiliz. Annem-babam sağ; kardeşlerim var. Hamdolsun, iki tane dünya güzeli çocuğum var... Bunlara biraz da böyle bakmak lâzım. Yoksa hangi ortama girsem, önce bir "geçmiş olsun" yapıştırılıyor yani...

Hayatınızı şöyle bir değerlendirdiğinizde, "mutlak mutluluk dönemi" diyebileceğiniz bir zaman dilimi var mı?

Var tabii... Hayatımın eeeennnn güzel dönemini, 15 yaşıma kadar Fındıkzade'de yaşadım. Korkunç bir arkadaşlık ortamı vardı. İnsanların birbirlerine sevgisi, saygısı vardı. Arkadaş grubumuzla devamlı kahveye gider, kumar oynardık. Okey, pişti, bilardo... Haftasonları en büyük zevkimiz maçlara gitmekti. İnanılmaz doğal, tamamıyla maneviyata dayalı bir gençlik dönemi yaşadım. Hepimizin gelir seviyesi aynıydı; yani fakir denilebilecek düzeydeydik. Fakat korkunç huzurluyduk ve para hiç önemli değildi. Bizim muhitimizde, birileriyle kavga edip başarı sağlayamayan, köşebaşlarında duramazdı. Mahallede 35-40 genç, tek yumruk gibiydik. Çok mutluydum, çok...


Copyright © 1999, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır