Koalisyon partilerinin Milli Eğitim Bakanlığı üzerinde verdikleri iktidar kavgasını izlerken, emin olun tüylerim diken diken oluyor.
Korkunç bir şey! Üstünde kapıştıkları şey, para değil, pul değil, tepelerde bir yerdeki üç-beş koltuk değil...
Bizim kızlarımız, oğullarımız... 15 milyon çocuk ve gencin tepesinde iktidar savaşları veriyorlar.
Ağaç yaşken eğilir ya; onlar da bizim süt gibi fidanlarımızı kendi taraflarına "eğmek" için kollarından bacaklarından tutmuş, var güçleriyle çekiştiriyor. Hiç birisi "öz anne" olmadığından, bu çekiştirme içinde, kiminin kolu, kiminin bacağı kopmuş, umurlarında bile değil.
Biz "öz anneler" ise, kenarda durmuş bu vahşi paylaşımı izliyor ve ünlü meseldeki gibi "Aman sizin olsun, yeter ki koparmayın, parçalamayın" diye yalvarıyoruz.
Bu öyle bir bakanlık ki, yıllar var ki bu bakanlıkta hiç kimse, onbeş milyon gencin ne öğrendiğiyle, nasıl öğrendiğiyle, öğrendiklerinin çağa uygun olup olmadığıyla ilgilenmedi.
Biri geldi, sağcı milliyetçi yapmaya; öbürü solcu-milliyetçi yapmaya çalıştı. Biri "arka bahçesi" olarak görüp patates soğan yetiştirir gibi genç yetiştirmeye kalktı. Bir tanesi tek tip eğitim mahkumiyetinin 8 yıl olmasına çalıştı; bir başkası, 5 yıl sonra "şartlı tahliye"yi savundu. Her gelen, öğretmenleri "kendinden olanlar" ve "olmayanlar" diye sınıfladı.
Ama hiçbiri, acaba bu gençler neden öğrenemiyor, diye sormadı.
Lisesinden birincilikle mezun ettiği öğrencilerden binlercesinin üniversiteye girmek bir yana; barajı bile aşamaması karşısında kılı kıpırdamadı.
Yıllardır, üniversite giriş sınavlarına katılan öğrencilerin, 88 sayısal sorusunun ortalama 10'una doğru cevap verebilmesine, 77 soruyu bilememesine hiç mi hiç aldırmadı. Bu korkunç fiyasyo karşısında şöyle bir an bile dönüp kendine bakmadı.
Liseler çöktü; üniversiteler gecekondulaştı; bakanlığın umurunda olmadı.
Çünkü onun tek derdi, görev bildiği tek şey; hâlâ devletin ve milletin bölünmez bütünlüğünün bekçiliğini yapacak "zımba gibi vatandaşlar" yetiştirmekti. 88 sorunun sadece 10'unu çözebilen gençten zımba gibi vatandaş olabilirmiş gibi... Bu yüce amaç uğruna, "düşman safta" gördüğü ailelerle kıyasıya kavgaya girdi. Çocuğu ailesinin elinden kurtarıp "kendi" safına kazanmak için yasaklar koymakla, yasaları değiştirmekle, yönetmelikler yapmakla, Danıştay'la Anayasa Mahkemesi arasında mekik dokumakla, sınav sistemiyle oynamakla o kadar meşguldü ki; öğrenimle ilgilenmeye hiç vakit olmadı.
Aslında gençlerin "bilgilenmesi" diye bir derdi olsaydı, tek yapması gereken yakalarını bırakmaktı; yasaklamamak, kısıtlamamak, eğip bükmeye çalışmamak, aynı kalıba dökmeye kalkmamak, herkes neyi öğrenmek istiyorsa onu öğrenmesi için engelleri kaldırmaktı. "Bırakınız okusunlar, bırakınız öğrensinler" diyebilmekti...
Bunu yapamadığı için, kimbilir kaç kuşağı, bilgi çağını yakalama imkânını çoktan kaybetmiş, "postmodern çağın ümmileri" olarak yaşamaya mahkum etti.
Elimde olsa, şu bir türlü paylaşılamayan bakanlıkların birçoğunun görev alanlarını yarı yarıya daraltır, personelini de iyice azaltırdım.
Ama ille de Milli Eğitim Bakanlığı...
Devlete "devşirme usulü" vatandaş yetiştirmekle görevli bu bakanlığı toptan kaldırır, yerine öğretmenlerin tayin terfi ve diğer özlük işleriyle uğraşan bir müdürlük kurardım.
Ne büyük adamdı Özal!
Bundan yedi yıl önce, "Milli Eğitim okullardan elini çeksin" demişti. Ellerini çekmek ne kelime, kollarını da soktular.