Türkiye'nin ulusal kimlik meselesi
Gerçekçi bir bakışla, bu hiç kolay olmasa da, sonuçta güç kullanılması gerçeği birçok şeyi kuşatıyor; birçok ilişkiyi belirlemeye başlıyor ve ortaya çıkan kayıplarla da birlikte düşündüğünüz zaman, toplumda bu mağduriyet bilincinin onarımı için kurumsal bir gayret ortaya konulması çok önemlidir. Bu konuda, öncelikle bir uzlaşma dilinin, bir uzlaşma tavrının -nasıl adlandırılırsa- etkili kılınmasının, belli hukuki statülerin tanınıp tanınmamasıyla sınırlı bir tartışmadan daha anlamlı olduğu kanısındayım. Öte yandan bu konunun tartışılması da, azınlık konusunun bu bağlamda gündeme getirilmesi de, bir biçimde bu dilin inşa edilmesi yönünde olumlu ya da olumsuz rol oynuyor. Dolayısıyla öncelikler nereye verilmelidir? Öyle zannediyorum ki, öncelik şu 15 yılın travmasını toplumsal anlamda ortadan kaldırmaya yönelik olmalıdır; bu çok önemli. Bunun dışında, bir kimlik sorunu gündeme gelecekse, bunun, bugünün uluslararası hukuku ışığında -sadece AB hukuku olarak değil- düşünülmesi gerekir. Bu çerçevede, azınlık hukukunun, öznesi birey olarak tanımlanmış bir bağlamda tartışılmasına özen gösterilmesi önem taşır. Böyle bir yaklaşımda, konuşmamın başlangıcında belirttiğim, bireyin, bir insan olarak kendi gerçekliğinin, kendisinde yaşayan bu gerçekliğin beyanı anlamına gelir. Gücün değil, ama hukukun belirleyici olmasına çaba göstermek, bu konuda da geçerli bir medeniyet tasarımı olarak mütalaa edilmelidir. ADEM SÖZÜER Burada bir soruyla Sayın Nuri Yaşar'a döneceğim. Tarihsel süreç içerisinde Osmanlı'dan, Lozan'daki azınlıklar düzenlemeleri ne değinerek, Türkiye'deki sorunlar "bireysel haklar çerçevesinde çözümlenebilir", konu "bireysel haklar çerçevesinde ele alınmalı" dedi Tarhanlı. Şimdi Yaşar'a sormak istiyorum: Devlet-birey ilişkilerine ve ulusal kimlik konusuna anayasa hukukunun bakışı nedir? Özellikle azınlık olmak, yani bir grubun azınlık sayılması, anayasa hukuku bakımından yeni bazı taleplerin ileri sürülmesi, bunların kabul edilmesini gerektirir mi? Bir cemaatin, bir tarikatın veya etnik bir grubun böyle bir farklılığına, sayıca az oluşuna dayanarak, bu talebi kabul edilmeli midir? Peki bu kabul edilmezse yerine ne kabul edilmelidir?
H. NURİ YAŞAR Tam bir paradoks içerisindeyiz. Niçin? Çünkü, temel hak ve özgürlükler mücadelesi sonuçta, halk egemenliği anlayışı içerisinde azınlık haklarının çoğunluk tarafından korunmasını gerektirmiyor. Azınlıkta kalan yanılmış olduğunu kabul edecek. Peki ne yapacak; bir dahaki seçimi bekleyecek. Ancak milli egemenlik anlayışı, azınlığın haklarının çoğunluk tarafından korunmasını gerektiriyor. Bunların korunması, çoğunluğun boynunun borcu görünüyor, işte tartışma da burada başlıyor. Tamam azınlıkları koruyalım ama ya onlar çoğunluğun hedef ve varlığını tehlikeye düşürecek talepler öne sürüyorlarsa ne olacak? Yüzyılların tecrübesi bizi, azınlığın bu haklarının korunması yolunda sorumluluğumuz olduğu anlayışına götürdü.
|