|
|
|
|
Türkiye'nin ulusal kimlik meselesi
Örneğin başlangıçta, bugünün dünya düzeninin çerçevesini çizdiği kabul edilen Birleşmiş Milletler'i (BM) ele alalım: BM'nin oluşumuyla, yeni bir uluslararası hukuk düzeni tasarlanmıştı. Bu, sadece "uluslararası" bir hukuki gerçeklik olarak görülemez. Aslında söz konusu olan, devletler düzeninin bu yeni anlayış içinde nasıl bir hukuki tasarım içinde tanımlanacağıyla ilgiliydi. Bu yeni düzen tasarımında bile, insanın -ama haklarıyla birlikte tanımlanmış insanın- konumu, epey tartışma kaldırır bir nitelik arz ediyordu. Bu insan, kendi geleceğine ne ölçüde hakim kabul ediliyordu? Diğer bir ifadeyle, en azından hangi insanlar böyle bir hak anlayışının öznesi kabul ediliyordu?
Bugün, kendi kaderini tayin hakkı, kendi geleceğini belirleme hakkı, kendi mukadderatını tayin olarak da tanımlanan bu hakkın özneleri, İkinci Dünya Savaşı'nın sonlarında, sadece Nazi Almanyası'nın ve onun müttefiklerinin ülkesinde yaşayan kişiler veya bu ülkelerin işgali altındaki ülkelerde yaşayan kişilerdi. O tarihte, Britanya ve Fransa gibi önde gelen müttefik ülkelerin hâlâ birer sömürgeci devletler olduğunu unutmadan, dünyanın tüm halklarını kapsayan bir insan hakları anlayışının etkisini tartışmak çok gerçekçi olmazdı. Bu nedenle, insan kavramının nasıl tanımlanacağı sorusu, belki bugün pek anlamlı bir soru gibi görünmese de, İkinci Dünya Savaşı sonrasındaki dönemin başlangıcında, hâlâ belli bir anlama sahipti. Dolayısıyla savaş sonrası dönemde, insanın, haklarıyla da tanımlanmış bir kişi olarak, haklara ehil bir özne olarak tanımlanması anlayışının yaygınlık kazanması için mücadele edilirken, insana özgü farklı kimlik özelliklerinin de bu mücadele mecrasında bir değer taşımaya başladığı düşünülebilir. Ancak bu tabii Sayın Narlı'nın da ifade ettiği gibi ne yönde bir gelişim, nereye kadar varabilecek bir gelişim ve nasıl değerlendirilmesi gereken bir gelişimdir? Hukuken özellikle bunun üzerinde durmak gerekir. Ancak üzerinde durulması gereken ilk husus, bir gerçekliğin ortaya konulması ve bu gerçekliğin görülebilmesi, özellikle hukuk bakımından görülebilmesi sorunudur; yoksa sadece kültürel olarak ve sosyolojik anlamda değil. Hukuk bu gerçeği ne kadar görmektedir? Bu bağlamda azınlık konusuna temas etmeden önce, sormak gerekir: Nedir azınlık? Öncelikle sözcüğün olağan anlamından hareketle yaklaşmak ve bir cevap aramak, belki en basit ama yaı bir yaklaşım biçimi olabilir. Tartışmasız biçimde, sayıca az ve daha küçük olan, azınlıktır. Bu durumda, elbette belli bir çoğunluğun da var olduğunu düşünmek, varsaymak gerekir. Dolayısıyla bu önem taşıyan bir parametredir. Çünkü her zaman için azınlığı, o azınlığın özelliklerini (buna kimlik özellikleri de diyebilirsiniz), karakteristiklerini taşımayan bir çoğunlukla birlikte düşünmek gerekiyor. Bu ikisi birbirinin varlık koşulu gibi adeta. Bu parametre, azınlığın sayısal durumunun saptanmasıyla ilgili oluyor. İnsan hakları hukukunda çok temel bir kalkış noktası vardır; bu hukuk disiplininin temel amaçlarından biri de zaten budur. Görece, güçüz kişilerin veya grupların elverişsiz koşullara sahip olacağı gibi bir hareket çizgisini esas alan bir yaklaşımdır. Ancak bunun mutlaka her durumda veya her vaka bakımından böyle tanımlanması da söz konusu olmayabilir. Elverişsizlik konumu, kapsamı tamamen değişken bir durumu ifade eder. Dolayısıyla gayet görece bir değerlendirme olduğunu kabul etmeliyiz. Böylece mutlaka fiziksel güç değerleri bakımından olmasa da, görece elverişsiz şartlarda bulunan, güçsüzlüğü teslim edilen topluluklar bakımından böyle bir değerlendirme yapılması mümkündür. Ve bir 'güçlendirme' kavramıyla yüzleşilir ama nasıl? Fiziksel güçle mi, maddi güçle mi, kuvvet kullanarak mı? Elbette bu şekillerde değil ama hukuken tanımlanmış bir güçlenme. Dolayısıyla bu bağlamda insan hakları hukukunun temel amacı şudur: Hakların korunması ya da güçlülüğün, hakların korunması suretiyle sağlanma çabası. Bunu azınlık olgusuna uyguladığımız zaman, azınlığın en güçsüz olduğu tarafı, çoğunluk karşısında sayısal azlığı ve bunun doğurabileceği bir elverişsizlik hali olabilir. Bu bağlamda azınlık haklarının korunması için bunun şartlarının düzenlenmesi önem taşır.
|
|
|
|
|