|
|
|
|
Türkiye'nin ulusal kimlik meselesi
Şimdi devlet ve vatandaş ilişkisine ilişkin bir iki söz söylemek istiyorum: Kültürel farklılıklar olabilir, bu farklılıklar enstitülerce korunmaya alınabilir, araştırması yapılabilir. Fakat bu farkılıkları, grup mantalitesi oluşturmak ve siyasi söyleme alet ederek ayrılıkçı bir tavır sergilemek, hem siyasi hem de toplumsal açısından çatışma unsuru olarak sorunlar yaratacaktır. Farkılıkların tartışılması, araştırılması ve korunması için bireysel temel hak ve özgürlükler çerçevesinde olumlu gelişmeler görüyorum. Ayrıca insanların bakış açısı değişiyor. Farklıdan, ötekinden korku azalıyor. Yapılacak çok iş ve alınacak çok sayıda tedbir var. Devletin yapılan yasal düzenlemeleri takip etmesi ve uygulamada ortaya çıkan sorunları gidermek için makro düzeyde politikalar geliştirmesi ve kanun yaptırımını sağlaması gerekir. ADEM SÖZÜER Genel olarak devletin vatandaşına bakışı açısından zaten bir sorun var; farklı kimlikleri olanlar bakımından daha çok sorunlar oluyor. Aslında bütün vatandaşlar açısından devletle ilişkilerde bir tartışma yaşıyoruz. Bir hikmeti hükümet anlayışı hâlâ egemen mi? Bu anlayışın yansıması mı kimlik meseleleri? Beş on sene evvel bu konuşmaları yapamazdık. Sadece resmi kısıtlamalar, yasaklamalar yüzünden değil kendi kendimizi de sansürlüyorduk... Ama biz artık bunları konuşuyorsak devletin de kendini bir reforma tabi tutması gerekiyor mu? TURGUT TARHANLI Kuşkusuz ve zaten şu sıradaki yönelimin de bu olduğunu düşünüyorum. Bunun görüldüğü ve başka kanunlarla da birlikte buna imkan veren uygulamaları izliyoruz. Örneğin hesap verebilirlik ilkesi çok önemli. Belki çok hukuki değil ama devlete hesap sorabilmesi için insanın bazı hak ve özgürlükleriolması gerekir, eğer gücü ön planda tutmuyorsanız. Hukuken hak aranabilmesi, hak ve özürlüklerin buna imkan veren araçlar olarak tanımlanması ve böyle tasarlanmış olması karşısında hesap verme sorumluluğunun ortaya konulması önemlidir. Ne demek hesap vermek? Aslında ilişkilerde, hukukun çizdiği sınırlar içinde olmaktan çok, güce meyleden birtakım sapmalar olduğunu görebilmek -sapma diyorum çünkü hukuk sınırlan içinde değil- dolayısıyla o verdiği zararı da tamir edebilme iradesinin etkili kılınması. Buna neden gerek duyuluyor? Bu, aslında temel bir adalet anlayışını ifade eder. Hatta insanın varlığıyla eşdeğer bir maziye sahip olduğunu bile söylemek mümkün. Eski Yunanda Aristoteles'te var, İslam düşünürlerinde var: Adaleti gerçekleştirme, sorunun tarafları arasında, varolması gerektiği düşünülen eşitliğin yeniden inşa edilebilmesi; bunun için etkili olabilecek bir çabanın ortaya konulması... Bütün sistem böyle bir temel üzerine kuruluyor. Sorduğunuz soru bu bağlamda, devlet aygıtlarının işleyişinde ortaya çıkabilecek bir mağduriyetin giderilmesine yönelik araçların daha etkili ve geniş bir hukuki yelpazede tanımlanmasıyla ilgilidir diyebilirim. Zira her bireysel mağduriyetin sonucunda, sosyal ilişkiler düzeni içinde bir kaybın, dolayısıyla bir eşitsizliğin doğmuş olduğu dikkate alınmalıdır. Dolayısıyla hukuki açıdan bir reformun anlamı, böyle bir durumun önlenmesi ve giderilmesi olarak adlandırılabilir.
ADEM SÖZÜER "Adalet, eşitlik, özgürlük, hukuk devleti" dediniz; bu kriterler Kopenhag'dan çok daha önce bizim kriterlerimiz, yükümlülüklerimiz olmalıydı... TURGUT TARHANLI Kopenhag'la ilgili bir şeyler ekleyeyim; Aslında Kopenhag Kriterleri'nin çerçevesinin çizilmesinde, Orta ve Doğu Avrupa ülkelerinin AB'ye entegrasyon süreci çok belirleyici olmuştur. İkinci Dünya Savaşı'ndan bugüne, arada uzun bir sosyalist düzen dönemi ve ardından birey ve idare arasındaki ilişkilerin yeniden tanımlanmaya başlandığı AB'ye uyum ve üyelik süreci. İşte böyle bir sürecin başlangıcındaki kalkış hattının özüdür Kopenhag kriterleri ve sonuçta, Türkiye bakımından da belirleyici oldu.
|
|
|
|
|