|
|
|
|
Türkiye'nin ulusal kimlik meselesi
ADEM SÖZÜER Onlar hakkında, "Orta Asgelmişlerdi, karların üzerinde yürürlerken kart kurt diye ses çıktığı için onlara Kürt denmişti" diye resmi görüş de vardı... Aslında Kürtlerin başka travması da var: Şeyh Sait isyanı da var, o da kolay bir olay değil. Bir dizi isyan var biliyorsunuz. Yurtdışındaki modeller, Bask modelini vs bunlar tartışılabilir ama bizim kendi tarihimiz, kendi modelimizi oluşturamaz mıyız? Yanı insan hakları-birey hakları bağlamında açılımlara giderek "Türkiye hepimizindir" gibi bir modelle bu travmaları aşamaz mıyız? Ne önerebilirsiniz bu açıdan? NİLÜFER NARLI Bu önemli bir sorun. Türkiye kendini yeterince anlatamıyor ve tanıtamıyor. 1990'lı yıllarda Türkiye'nin imajı bir etnik gruba karşı hunharca davranan, işkence yapan bir ülke görünümündeydi. Şimdi bu imaj değişiyor. Bunun değişmesindeki en önemli sebeplerden biri, ABD'deki 11 Eylül ve bu olayın ardından Avrupa'da da birçok terör eyleminin gerçekleşmesi. Avrupa'da ve ABD'de şöyle bir konsensüs oluştu: Terör hangi kökenli olursa olsun mutlaka devletin terörle mücadele etmesi gerekiyor ve teröre sıfır tolerans. Ayrıca terörle mücadelenin sivil hak ve özgürlükleri kısıtlaması sorununu yaşamaya başlayan ülkeler özeleştiri mekanizmasını çalıştırmaya başladı ve Türkiye'nin olumlu yüzlerini görmeye gayret etme yaygınlaştı. Türkiye kendini şimdi çok iyi anlatmalı. Yapılan yasal değişiklikler oldukça geniş kitlelere aktarılmalı. Ayrıca son derece devrimci bir sosyolojik ve siyasi süreçten geçildiği anlatılmalı. Yasal ve kurumsal değişiklikler AB İlerleme Raporu'nda dile getiriliyor fakat bunları okuyanların sayısı çok az. Türkiye sorunlarını ve çözüm yolunda attığı adımları AB ülkeleri akademisyenleri ile tartışmalı. Burada bir önerim daha olabilir: Azınlık, ve birey-devlet ilişkisini AB ülkelerinin akademisyenleriyle bir toplantıda tartışmak son derece yararlı olacaktır. Son Avrupa seyahatimde, Strasburg'da 3 Aralık 2004 tarihinde ARTE televizyon kanalında AB ile ilgili tartışmaya katıldım. Görüşmeler sırasında bazı Fransız arkadaşlarım bana son derece önemli bir konuyu aktardılar: "Şu anda Avrupa'da da bir paradoks başladı. AB ülkelerinde yaşayan göçmenlerin topluma uyum ve birlikte yaşaması için çok kültürlülük modeli mi, yoksa entegerasyon modeli mi? Üçüncü bir yol mümkün müdür?" Ve eklediler: "Siz Türk entelektüelleri de bu tartışmanın içine girin, katılın." İşte biz bunu yaparsak, o zaman kendi deneyimlerimizi ve sorunların çözümünde kazandığımız deneyimleri anlatabiliriz. Ayrıca sorunlardaki ortak ve farklı noktalara ışık tutabiliriz. Farklı kesimleri temsil eden AB'li akademisyenler ve hukukçularla bu tür tartışmaları yapmamız çok yardımcı olacaktır.
|
|
|
|
|