|
|
|
|
Türkiye'nin ulusal kimlik meselesi
Sosyolojik bir tartışmaya girersek, "kültürel farklılıklara rağmen uzlaşma ve demokratik kültürün olgunlaştığı bir sistemde nasıl yaşayabiliriz" sorusuna iki yanıt bulabiliriz. Bu tür bir soru bugün AB ülkelerinin de gündemindedir. İki model karşımıza çıkar: Birincisi, her bir vatandaşın vatandaşlık bağı ile bağlı olduğu ülkenin hukuk sistemini ve hukuk birliğini kabullenmesi; kültürel farklılıklar ve bunlarla ilgili haklar sorununu bireysel haklar çerçevesinde dile getirerek sorunlara çözüm araması. İkinci model ise kültürel farklılıkları, mekansal ve kültürel açıdan toplumun tümünden ayrışmış bölmelerde yaşayan çok kültürlülük modeli. Bu model, kültürel ayrılıkçılık ve farklı hukuk uygulamaları gibi siyasi bir talebe yol açabiliyor. Türkiye'de ulusal kimlik oluşurken, entegrasyon modeli benimsenmiştir. Bu modelin temel unsurları; belli bir düzeyde sosyal mühendislik uygulaması, eğitim ile hukuk birliği ve yasalar önünde eşitlik ilkesidir. Bu entegrasyon modeli Fransa'da olduğu gibi her bir bireyin eğitim ve sosyalleşme yoluyla ulusal kimliğini kazanıp vatandaş olarak yetiştirilme sürecidir. Ancak bu kesinlikle asimilasyon değildir. Vatandaşlar kültürel farklıkları ifade edebilir, koruyabilir fakat siyasallaştıramazlar.
Çok kültürlülük modeline bakarsak, her bir etnik veya dini grup kendi kültürel ve fiziksel mekanlarında, bölümlerinde veya toplumsal katmanlarında yaşıyorlar. Sosyal ve siyasi yaşamları, hakları ve ödevleri etnik ve dini kimliklerine göre belirleniyor. Örneğin Osmanlı yönetim sisteminde farklı cemaatlerin farklı hukuk sitemleri, hakları ve ödevleri vardı. ABD örneğindeyse, özel yaşamlarda etnik ve dini kimlik son derece belirleyici olsa bile, hukuk birliği ilkesi ve her vatandaşın yasalar karşısında eşit olması, kültürel kimliklerin siyasi talepler için meşru bir zemin teşkil etmesini önlüyor. Diğer bir çok kültürlü model de Malay, Hintli ve Çınliler'in yaşadığı Malezya örneği. Burada medeni kanun uygulaması ve dini hususlarda farklı etnik ve dini grupların farklı hukukları var. Tekrar Avrupa'ya dönüp bakarsak... Çok kültürlülük Almanya, Hollanda, İskandinav ülkeleri ve İngiltere tarafından benimsendi. Çünkü bu ülkelerde yaşayan nüfusun önemli bir bölümü bir zamanlar bu ülkelerin sömürgeleri olan ülkelerden ya da göçmen işçi olarak gelip yerleşmiş insanlardan oluşuyor. Ancak son iki yıldır İngiltere'de Müslüman göçmenlerin siyasi taleplerinin başlamasıyla, örneğin orada yaşayan yüzde 60 Müslüman medeni hukukta İslam hukukuna göre değişiklik yapılamasını arzu edince (Guardian 30 Kasım 2004), İngiltere'de siyasetçiler ve yetkililer çok kültürlük üzerine düşünmeye başladı.
|
|
|
|
|