|
|
|
|
Türkiye'nin ulusal kimlik meselesi
Buradan yola çıkan sömürgeciler, Osmanlı İmparatorluğu'nu, azınlık haklarını çoğunluğun varlığını tehlikeye düşürecek biçimde korumaya zorladılar. Öyle ki, işgalciler ile azınlıkların işbirliği büyük savaşta açık biçimde ortaya çıktı. Bu derin bir travma yarattı. Arkasından Lozan bu hatıralarla geldi. Dolayısıyla, zorlamayla kabul edilmiş bu statü bir zaruretten ibarettir. Sömürgeciler, 1836'dan başlayarak sürekli biçimde gayrimüslim azınlık haklarının ayrı bir kategori olarak garanti altına alınmasını istediler. Bunu başarmaları, bir biçimde Cumhurıyet'e denk düştü; Lozan'da da bu biçimde zaruret haline geldi. Bir defa bunun bir ideal durum olarak ele alınamayacağını söylemek zorundayım. Nitekim, neredeyse bir yüzyıl geçtiği halde, Lozan'ı dayatan devletler kendi ülkelerinde buna benzer kategoriler oluşturmayı kesin biçimde reddettiler. Tartışma yaratmak Türkiye'de çok basit bir şeydir; konusu açık bir yanlışlık içerse bile tartışma sürer. Türkiye o günkü koşullarda daha uygun durumda olsaydı, böyle azınlık kategorilerine imkan yaratılmayacaktı. Belki burada daha ileri aşama olacaktı, onların topluma sadece yurttaş olarak, ancak bütünüyle entegrasyonunu sağlayacak bir yöntem bulunacaktı. Onun için Lozan'a yapılan göndermeler sakatlık içeriyor. Anayasa hukukuna gelmeden önce bunu belirtmek istedim. İkinci olarak şöyle bir şey var; Şimdiki tartışmalar -paradoks burada aslında- giderek azınlığın haklarını nasıl daha çok kısıtlayabiliriz şekline dönüştü. Türkiye'de ve dünyada da sosyolojik veriler böyle. Özellikle Batılı ülkeler -bunların başını ABD çekiyor- Müslüman azınlıkları potansiyel tehlike olarak görüyor. İkinci Dünya Savaşı sırasında Japon kökenlilere yapılanlar, her iki tarafça unutulmuş değil. Yüzyılı aşkın zamandır vatandaşı olan Araplar'a siyasal kurumları içinde bir arpa boyu yol aldırmayan Fransa, bizi temel polemik konularından biri yapmış gibi.
Üstelik garip bir durum var burada. Birileri için sosyolojik tespitlerin olumlu sonuçlan öne çıkarılırken, diğer gruplar için negatif tarafları öne çıkarılıyor. PKK'yı destekleyen görüşler siyasal sistemde sosyolojik gerekçelerle kendilerine yer bulmaya çalışırken, sadece Müslüman oldukları için ABD'de neredeyse sanık muamelesi görenler var. Hukukla sosyoloji arasındaki o karmaşık ilişki, sürekli gel-git ilişkisi, yeniden sorun olarak ortada bence. Mesela sosyolojiyi hukuktan ayıklayarak hukuk kurallarının kendi kendini üretmesine yol açma mantığının, burada yeniden tersine döndüğünü ve hukukun sosyolojiyle ilişkisinin yarattığı sorunlarla karşı karşıya kaldığımızı görüyoruz. Bunu bir tespit olarak yapmak zorundayız.
Şimdi bu durumda, ülkemizde azınlık sorunu sosyolojik mi, yoksa hukuki midir? Eğer birey olarak temel hak ve özgürlükler yeterli ölçüde destek buluyorsa, sorun sosyolojik plandadır.
|
|
|
|
|