Üç boyutun vadedilmiş zaferi
Dünyanın Merkezine Yolculuk, üç boyutlu (3-D) sinemanın eğlenceli bir örneği. Ancak Hollywood hâlâ bu teknolojinin olanaklarını tam olarak keşfedebilmiş değil..
Üç boyut teknolojisinin en iyi yanı, yaşattığı göz rahatsızlığıyla birlikte, vasat bir filmi izlerken sıkılmadığınız yanılgısına yol açabilmesi. Dünyanın Merkezine Yolculuk'u iki boyutlu izleyen biri için filmin yaratıcılıktan nasiplenmemişliği bunaltıcı olabilir. Üç boyut ne de olsa işin içine bir oyalanma biçimi katıyor. Bu yüzden objelerin kameraya doğru atılma ve fışkırtılmasındaki sıklığı da anlayışla karşılıyor insan. Aksi halde ilgiyi ayakta tutmak daha güç olabilirdi. Dünyanın Merkezine Yolculuk konforlu, hatta yer yer eğlenceli. Ne de olsa bilimle samimiyetine rağmen, veya ona ilaveten, büyülü bir serüven. Yalnız filmin kendine özgü herhangi bir cazibeden yoksun olması, bir 'varlık içinde yokluk' durumu yaratmıyor değil. Kasting bile farklı bir kapı açmıyor. Brendan Fraser'ın Trevor'ını önümüzdeki haftalarda Mumya'da aynen izleyeceğiz. Yeğeni Sean rolündeki Josh Hutcherson'ın hem Harry Potter'lık hem de Frodo Baggins'lik barındıran yüzü de, yine çaba istemeyen bir aşinalık sebebi. Kalabalık kitle, koltuklarla birlikte devleşmiş kutularda patlamış mısır, komik gözlükler, ve yalandan da olsa bir 'trenin gara girişi' sendromu... Bu panayır havası dışında, 3-D yaşını başını almış bir teknoloji olmasına rağmen sinemaya tam anlamıyla dönüştürücü bir boyut getiremedi. Eğer işin peşine düşmüş James Cameron, Peter Jackson gibi adamlar 3-D'nin kaderini değiştirmezse, belki de bu teknolojinin en anlamlı yeri, kitlesel eğlencenin en durgun zekâlı örneklerinin mutlaka üç boyutlu çekilmesiyle ortaya çıkar. En azından şapkadan birkaç tavşan çıkmış olur; veya gözlüklerimizi takıp öyleymiş gibi yaparız. 3-D sinemanın, teknoloji tarihinde zeplinle benzer bir kadere mahkum olup olmadığı yakında anlaşılacak herhalde. Ya da Hollywood Atlantis'i arar gibi üç boyutun o 'vaat edilmiş' zaferini aramaya devam edecek. Her şartta, günün birinde Cronenberg gibi kavramsal yönetmenlerin 3-D'den hikâyeye de boyut katacak şekilde yararlanabileceğini hayal etmek mümkün.
I WILL SURVIVE'LA DANS
Üç boyutlu hayali kâbusa dönüşebilecek filmlere iyi bir örnek, ABBA müzikali Mamma Mia!. İspanyol paçalı, simli bir tulum içindeki Pierce Brosnan'ın ABBA söyleyerek kalçasını suratımıza uzatması hiç hoş olmazdı doğrusu. Gerçi kendisi filmde her zamanki gibi gayet hoş. Fakat oyuncu kadrosundaki en kötü seslerden birine sahip olarak, yine de filmi baltalamaktan geri durmuyor. Meryl Streep de 'büyük aktris'in ne anlama gelebileceğini ortaya koymaktan. Streep'in yüksek dramalı oyunculuğuyla her iki yılda bir Oscar'a aday gösterilmesinden bunalmış olabilirsiniz. Fakat işte Mamma Mia! gibi utanç verici anlarla dolu bir müzikalde ortalığı toparlayan da ancak Meryl Streep olabiliyor. 'Tüm zamanların...' diye başlayan ünvanlara sahip bu tür Broadway müzikallerinin karton coşkusuna (ve sıkıcı müzikal düzenlemelerine) halihazırda uzak hissediyorsanız, Mamma Mia! büyük ihtimalle hislerinizi değiştirmeyecek. ABBA'daki 'ne bir kürk ister şu şen gönlüm...' karnavalının eğlence potansiyeli, bildiğiniz gibi yüksek. Fakat nihayetinde izlediğimiz film, gay kulüpte I Will Survive eşliğinde dans etmekten daha yüksek bir ayar tutturamıyor.
Yayın tarihi: 27 Temmuz 2008, Pazar
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2008/07/27/pz/haber,9783A8EDE3F14A338C4353F50C28ABB7.html
Tüm hakları saklıdır.