"Çenem kuvvetlidir, şiddet uygulamak gerekirse çeneyle idare ederim. Ama benim bile sözüm tükenmişse, bayağı şey yaşanmış demektir. Benzer durumda Türk erkeği yumruk ya da silah kullanırdı. Bende o iki opsiyon da mevcut değildi, böyle oldu"..
Koruma altındaki Şirince evlerinde yaptığı restorasyon yüzünden hapislere düşmüş bir adam. Hapishanede kaldığı 10 ayda, 30 yıllık projesi olan iki dil kitabını yazan bir araştırmacı. Üstelik, dışarıdayken vakit bulamadığı kitapları yazabildiği için, hapse düştüğü için sevinen bir çılgın! Tüm
Türkiye'nin artık çok yakından bildiği
Küçük Oteller kitabının yazarı. Türkçe'deki sözcüklerin etimolojik yapısını ortaya koyan, bu konuda kitapları olan bir dil uzmanı. Yale Üniversitesi'nde felsefe okumuş; Arapça'dan Yunanca'ya, Almanca'dan Latince'ye 12-13 dil bilen çevirmen, rehber ve entelektüel insan... İşte Sevan Nişanyan bunların hepsi. Böyle bir adam! Ama son günlerde bütün bu özelliklerine bir yenisini ekledi ki, o çok fena! Tartıştığı karısına dışkı atan adam! Evet, Sevan Nişanyan bu eylemiyle de meşhur artık! Günlerce gazetelerde eşiyle kavgasını, boşanma hikâyelerini, feministlerin ona olan tepkisini okuduk, tartıştık, ağzımıza geleni söyledik. Ama ona hiç sormadık; neden? Mail attım, "Anlatır mısınız?" dedim. Hemen "Olur konuşalım," dedi. Buluştuğumuzda "Danışmanlarım konuşmamı istemiyor aslında," dedi. Bende cevap: "Kim danışmanlarınız?" "Karım Müjde ve baldızım Mutlu!" Dedim ki: "Aaa karınızla konuşuyor, ona danışıyor musunuz hâlâ?" "Hâlâ dostuz. Üstelik üç çocuğumuz var. Herşeyi bırakın, hâlâ iş ortağıyız" dedi. "Neden karşımdasınız o zaman?" dediğimde de şu cevabı verdi: "Yaptığım hataydı ama eserlerimin her ailede olabilecek bir kavganın gölgesinde kalması rahatsız edici. Benim gibi birinin sözü tükenebiliyorsa, bayağı bir şeyler yaşanmış demektir. O yüzden abartmasın kimse bunu..." Buyrun, Nişanyan'ı dinleyin bir de... Ama dikkatinizi çekerim... Böyle bir kavgayla gündeme oturan bu adam, röportaj boyunca karısına bir kez bile 'b.k atmadı!'
- 'B.k atmak' deyimi mecaz anlamda kullanılır da, bunu hayata ilk geçiren sizsiniz sanırım!
- Hayır, ilk değil! Türk edebiyat tarihinde çok ünlü bir vak'a vardır. Yazar-radyocu Eşref Şefik, Necip Fazıl Kısakürek'in başından aşağı bir kova dışkı dökmüştür. Yıl, sanıyorum 1930'lar. Bir pislik yapıyor Necip Fazıl... Dostu da, bir hafta boyu biriktiriyor bir kovada dışkısını, kapının zili çaldığında, apartman penceresinden aşağı döküyor. Bu hadise Mina Urgan'ın
Bir Dinazorun Anıları kitabının 98'inci sayfasında mevcuttur.
- Siz de bu olaydan mı ilham aldınız?
- Hayır bu konunun uzmanlığı sonradan gelişti.
- Affınıza sığınarak sorabilir miyim: Delirdiniz mi, niye böyle bir şey yaptınız?
- İnsanın bazen gözü dönüyor. Size şöyle söyleyeyim; 51 yaşıma kadar böyle bir şey yapmamıştım. Bunu bırakın, zannediyorum ortaokuldan beri kimseye yumruk vurmuşluğum yoktur, çocuklarıma fiske vurmuşluğum da yoktur. Yani saldırganlığı alışkanlık haline getirmiş bir insan değilim.
- Olay spontane geliştiyse, o dolu kavanoz nereden çıktı, söyler misiniz?
- Bir Allah'ın kulu düşünmüyor ki, insanlar bazen hastane tahlili için kavanoz doldururlar...
- Yani hazır mı duruyordu o kavanoz?
- Aynen öyle!
ÇENEM KUVVETLİDİR!
- Peki niye çıldırdınız bu kadar, söyler misiniz?
- Özelime girmiş olursunuz, dolayısıyla cevap vermeyeceğim. Ama kimse böyle bir noktaya durup dururken gelmez, bunu da kabul edin.
- Hiçbir kadına kaba kuvvet gösterdiniz mi bugüne kadar?
- Zannetmiyorum, hayır. Allah'a şükür çenem kuvvetlidir, dolayısıyla şiddet uygulamak gerekirse çeneyle idare edebiliyorum! Yani Sevan Nişanyan'ın bile sözünün tükenmiş olması için bayağı bir şeyler yaşanmış olması gerekiyor. Şunu size söyleyeyim, bu konunun ayrıntılarına girmeyeceğim. Çünkü burada kendimi savunmak, ancak eşimi kötülemek anlamına gelebilir, bunun doğru olduğuna inanmıyorum.
- Kaba kuvvet kullanamadığınız için mi bunu yaptınız?
- Tabii. Benzer bir konumda eminim ki Türk erkeklerinin yüzde 99'u yumruk, yüzde 1'i kurşun kullanırdı. Bende o iki opsiyon da mevcut olmadığına göre daha farklı bir davranış zorunluluğu doğdu.
- Bu olayın evinizden dışarı çıkmayacağını, dört duvar arasında kalacağını mı düşünmüştünüz peki?
- Düşünmeye gerek duymadım. O an öyle gerekiyordu, öyle yaptım.
- Pişmanlık duyuyor musunuz şimdi?
- Tabii ki duyuyorum! Üzülür insan elbette. Öfke anında yapılmış olan her şey yanlıştır ama bu, insanın öfkesiz yaşayabileceği anlamına gelmiyor.
- 'Cahil insan bu kadar kurgu yapamazdı; yaratıcı beyin kavgada bile yaratıcı oluyor,' diyenler var...
- Teveccühleridir! (Düşünüyor) Saçma bir yaratıcılık ama! Yaratıcılığımı daha farklı alanlarda kullanmayı tercih ederim.
- Bu olayda sizi en çok rahatsız eden ne?
- Eserlerimin böyle saçma bir olayın gölgesi altında kalması...
- 'Bir aydın kimliğinin, kültür adamının bir kavanoz b.kun içine düşüp mundar olduğunu düşünüyoruz,' diyenler var. Bu kadarı haksızlık mı?
- Olay o kadar renkli bir olay ki, o kadar insana fırlama laflar etme imkânı veren bir olay ki, benim dışımda biri olsaydı, ben de döktürürdüm bir-iki satır, eğlenirdim yani. Eğer sen bir ülkede az buçuk meşhur olmuşsan bunun sonuçlarını yaşamak zorundasın, basın tarafından bir kitle histerisi yaratılacaktır elbette. Fakat bugüne kadar dilbilim alanında, turizm alanında, siyaset alanında, inşaat alanında koyduğum eserler ortadadır. Bunların değeri ne azalır ne çoğalır. Kim ne derse de vız gelir bana. Genel bir kuraldır; topluluk, topluluk olarak konuşmaya başladığı zaman saçmalar.
- Aynı zamanda eserlerinizi kastederek 'Artık hepsi foseptik kokuyor,' diyenlere de cevap mı bu?
- Görünürde kulağa hoş gelen fakat içi boş laflar etmek çok kolay bir şeydir. Her rakı sofrasında ben on tane böyle laf patlatırım. Bunlar boş laflardır.
- Çocuklarınız kaç yaşında?
- 15, 12 ve 8.
- Bu ayrılıktan onlar nasıl etkilendi?
- İki oğlan çok sağlamdır ama kızım çok kırıldı, 12 yaşında ve çok üzüldü.
- Ortak bir yaşam sürecek mi onlar için?
- Onlar anneyle kalacaklar ama aynı köydeyiz sonuçta.