"Öyle bir film olsun ki, film aslında izlediğimiz karakterin çektiği film olsun!" düşüncesiyle yola çıkan ve izlenme, görünür olma takıntımızla alay eden, genç yönetmenler Emre Akay ve Hasan Yalaz imzalı Bir Tuğra Kaftancıoğlu Filmi'ni izlerken dikkat: Hepimiz bu oyunun bir parçasıyız..
Bu hafta gösterime giren bir Türk filmi,
televizyon yıldızlarının ve gişe garantisini de beraberinde getiren isimlerin sinema maceralarından çok daha farklı bir deneyim vaat ediyor. Herkesin bir biçimde yıldız ve 'görünür' olmayı istediği bir dönemde tam da bu konuyu anlatan zekice yapılmış bir film izlemek isteyenler
Bir Tuğra Kaftancıoğlu Filmi'ni çok sevecek. Emre Akay ve Hasan Yalaz'ın ortak projesi olan film, 2003 yılında çekilmiş ve o dönemde sınırlı sayıda izleyici tarafından DVD yoluyla izlenmişti. İstanbul Bilgi Üniversitesi Sahne ve Gösteri Sanatları bölümünde asistanlık yapan Akay'ın arkadaşlarına dağıttığı filmin ünü bir süre sonra arttı.
Bir Tuğra Kaftancıoğlu Filmi'nin fragmanında yazdığı gibi, pek çok eleştirmen filmi hayranlıkla karşıladı.
Altyazı dergisi Genel Yayın Yönetmeni Fırat Yücel'e göre bu seyirciyi paranoyaya sürükleyecek bir filmdi; SABAH yazarı Yeşim Tabak ise "Hatırlarda kalacak bir sapık" olarak bahsediyordu Tuğra Kaftancıoğlu'ndan. Perihan Mağden'in "İnsanı soluksuz bırakmayı beceriyor," sözleriyle övdüğü filmi Fatih Özgüven: "İlgilenmeden edemeyeceksiniz," diyerek anlatıyordu.
GERGİN BİR KONU Gerçekten de zekice hikâyesini duyunca insan filmle ilgilenmeden edemiyor. Tuğra Kaftancıoğlu isimli bir yönetmen, bir gün Bilgi Üniversitesi'nde asistanlık yapan Emre Akay'dan yeni filmine oyuncu bulmasını ister. Akay da elinde kamerası, konservatuvar öğrencileriyle ve genç tiyatrocularla konuşur. En sonunda istenen oyuncu bulunur, ancak Tuğra Kaftancıoğlu'nun bütün bu süreci insanların oyunculuk ve görünme aşklarına saldırmak için başlattığı sonradan ortaya çıkar. Kendisine kasting sonucu teslim edilen oyuncuya yönetmen aslında günler boyunca işkence etmek niyetindedir. Akay da, oyuncular da, biz seyirciler de onun oyununa gelmişizdir. Emre Akay, projenin senaryosunu daha önce kendisinin başlayıp asla bitiremediği bir kısa filmden yola çıkarak Hasan Yalaz'la birlikte yazmış. "Aslında daha büyük bir film projemiz vardı ama deneyimsiz olduğumuzdan ve para bulamayacağımızı düşünerek önce küçük bir film çekerek işe başlayalım dedik. O da bu film oldu. Tuğra ile tanışınca film tabii biraz daha değişti," diyor. Tuğra Kaftancıoğlu (hem filmdeki adı hem de gerçek ismi) seyirciyi şaşırtan bir karakter. Aşırı kitabi konuşması, tok sesi ve görünürdeki mükemmelliğiyle hem kendine çok önem veren hem de bunu kendiyle alay ederek yapan bir kuşağın mükemmel bir yansıması. Akay onu şöyle anlatıyor: "Tuğra çok profesyonel bir aktör. Kamera karşısında çok rahat, hatta belki normal hayatta olduğundan daha rahat... İlk tanıştığınızda tuhaf gelebiliyor, ama tanıyınca çok sevdiğiniz biri. Ve tabii o muhteşem bas sese sahip çok az kişi var dünyada!" Ulaş İnaç'ın yine az sayıda ama filme hayran izleyici tarafından izlenen
Türev'inde de Tuğra Kaftancıoğlu başrollerden birindeydi. Daha önce birkaç kısa film ve belgesel çekmiş olan Emre Akay, filmin çıkışını şöyle anlatıyor: "O dönem izlediğim Türk filmlerinin hiçbirini inandırıcı bulmuyordum, her şey çok yapmacıktı. Son derece gerçekçi bir şey, hatta insanların 'yahu bu gerçek mi!' diyeceği bir şey çekmek istiyordum. İkincisi, elimizde artık neredeyse kullanımdan kalkmış dört kamera vardı. Hi8, Video8, Süper8 film ve miniDV formatındaki bu kameralara uyan, daha doğrusu bu kameraların 'kaldırabileceği' bir senaryo istiyorduk. Ve vardığımız kavram şuydu: Öyle bir film olsun ki, film aslında izlediğimiz karakterin çektiği film olsun. Yani hep yazarken ve çekerken kendimize sorduğumuz soru 'oldukça sapık ve egosantrik, hatta tuhaf olan Tuğra karakteri olsaydı bu sahneyi nasıl çekerdi' idi..." Akay ve Hasan Yalaz, Bilgi Üniversitesi'nden kamera, mikrofon ve ışık alarak işe koyulurlar. Senaryo hazırdır ve şimdi sıra oyunculardadır. Filmin oyuncu seçme süreci, projenin fikrine uygun biçimde bizzat filmin parçası haline gelir. Normal kasting yapar gibi çekilen sahnelerin niteliği oyunculara da anlatılır, "Bir film çekiyoruz, esas oyuncuyu arıyoruz ve bu arama sürecini de filme dahil edeceğiz," denilir. Kasting yapılan herkes filmde de oynadığını biliyordur, ama sonra içlerinden hangisi esas rolü oynayacak, bunu kimse bilmiyordur. Sokaklarda, vapurda, arkadaş evlerinde geçen ve finalinde Bilgi Üniversitesi'nin Kuştepe kampusündeki konferans salonunda, seyircilerin filmi izlemeye başlamasıyla son bulan yapım için 1000 dolar civarı para harcanır.
BAKANLIKTAN DESTEK 2003 yılında film tamamlandığında Yalaz ve Akay'ın filmi 35 mm'ye aktaracak paraları yoktur. Eşe dosta dağıttıkları film hakkında pek çok yazı çıkar (bunlardan Perihan Mağden'in övgüleri için: "Oldukça şaşırmıştık ve sevinmiştik, yapmaya çalıştıklarımıza en yakın yazılardan biridir," diyorlar). Sonra ikisi de askere gider, araya iki yıl girer. 2006'da Kültür Bakanlığı filme destek verir, ama bu sefer de ilk anlaştıkları dağıtımcı filmi gösterime sokmaktan vazgeçer. En sonunda dağıtımcı bulurlar, ancak bu sefer de filmi gösterecek salon sorunu çıkar. Tüm parçaların bir araya gelmesi uzun sürer. Aradan geçen yıllarda Akay bir türlü çekemediği sekiz senaryo yazmış. Oldukça yıprandığını ve yorulduğunu söylüyor. Bunun dışında küçük işlerde çalışmış, klip çekmiş, belgesel kurgulamış. İki tane yeni projesi var. "Gerekli fonları bulunca çekeceğiz inşallah," diyor. Kars'ta
Kars Öyküleri projesi kapsamında çekmek istediği kısa filmi ise bir uzun metraj proje denemesi olarak görüyor. Anlaşılan o ki, sırada
Uzun Metrajlı Bir Emre Akay Filmi var.