Beşir ile Vals, Lübnan iç savaşını anlatan bir animasyon.
Soykırımı itiraf eden bir canlandırma filmi
Nedense her zamankinden daha parlak ve hareketli gözüken bu yılki Cannes şenliği, iki parlak filmle açıldı. Açılış gecesi gösterilen, ünlü Tanrıkent filmiyle tanıdığımız Brezilyalı yönetmen Fernando Meirelles'in Jose Saramago'ya Nobel ödülü kazandıran aynı adlı romandan uyarladığı Blindness (Körlük) illa da herkesin beğendiği bir film olmadıysa da, bilimkurgusal bir fanteziye getirdiği siyasal içerik ve yer yer deneysel bir atmosfere bürünen cesur ve modern anlatımıyla hayli ilgi çeken ve açılışa yakışan bir film oldu. Belli olmayan bir ülkede birden başgösteren ve giderek yayılan bir "aniden körleşme" hastalığını ve hastalığa ilk tutulanların kapatıldığı bir hastanede olup bitenleri anlatan film, "insanlığın olası sonu" üzerine yapılagelmiş karamsar bilimkurguların çerçevesini pek aşamıyor da denebilir. Ancak yönetmeninin basın toplantısında "uygarlığımızın ne kadar kırılgan olduğunu ve ilk fırsatta nasıl parçalanabileceğini gösteren bir film" olarak nitelediği yapım, yine de oldukça güçlü. Öncelikle kadrosuyla: Julianne Moore, Danny Glover, Gael Garcia Bernal, Mark Ruffalo ve Alice Braga gibi oyuncular çok, çok iyi. Sonra, yönetmenin usta biçimciliği ve özellikle körlük olayını vermek için kullandığı bembeyaz görüntüler de filme deneysel bir hava katıyor. Sonuç olarak tartışma açacak ve sanırım her yerde ilgiyle karşılanacak bir deneme. Yarışmadaki ikinci film Beşir'le Vals ise, tam bir sürpriz oldu. İsrailli yönetmen Ari Folman, modern bir canlandırma tekniğiyle çektiği bu filmde, 1980'lerin hemen başlarında gencecik bir asker olarak katıldığı Lübnan iç savaşında yaşadıklarını anlatıyor. Yani, savaşın korkunçluğu, kımıldayan her şeye ateş edip öldürmeyi öğrenmiş gencecik insanlar, dehşetin kol gezdiği bir ülke... Ve elbette masum kurbanlar. Ama özellikle, Hıristiyan Falanjist güçlerin gerçekleştirdiği büyük katliam. Kamplara yerleştirilmiş Filistinli ailelerin çoluk-çocuk demeden vahşice öldürülmesi, özellikle de Sabra ve Şatila adlı iki büyük kampta yapılan soykırım düzeyindeki büyük katliam. Film, o günleri yaşamış ve de bir büyük travma ile birçoğunu unutmuş, birçok olayı hatırlamayan artık yaşlanmış bir adamın geçmişi deşmesi ve olayları hatırlama çabası üzerine kurulu. Şüphe yok ki o genç adam, yönetmenin kendisi. Folman, hayatının dört yılını alan bu filmle, savaşın korkunçluğunu ve Lübnan'da yaşanan olaylardaki İsrail hükümetlerinin sorumluluk payını, Amerikan filmlerindeki ciladan ve hamasetten farklı biçimde anlattığını savunuyor. Bence son derece haklı. Ama daha da önemlisi, yönetmenin bunun için canlandırma tekniğini seçmesi. Böylece, geçen yılki Persepolis'ten sonra, animasyon sineması bir büyük adım daha atıyor ve artık en yaşamsal konuları bile işleyecek önemli bir ifade aracı olduğunu kanıtlıyor. Ve sanırım mutlaka ödül listesinde yer alacak bu özgün film, şenlikteki popüler Amerikan animasyonu Kung Fu Panda'dan çok daha fazla kalplerimizde ve belleklerimizde yer edecek.
Yayın tarihi: 12 Temmuz 2008, Cumartesi
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2008/07/12/ct/haber,6DF4CD429CCD47EE89AEF856D6D6DB0A.html
Tüm hakları saklıdır.