Şimdi efendim, benim de işim çok zor; 'buradan' hasbelkader bir 'hop kültür' âlemine girdik, bir köşe tuttuk ya, basın ve halkla ilişkiler elemanları, hiçbir 'mevzu' ayrımı yapmadan, şahsımı bir tanıtım bombardımanına tutmaya başladı. Bir internet sitesi, mezar yerini kendi sitelerinde açık artırmaya çıkaran Adanalı bir vatandaşımızın bilgisini yollarken, defalarca 'yükselen trend icabı' içki içmediğimi belirtmeme rağmen bir içki firması taciz atışlarını sürdürüyor, falanca rakıyı şöyle güzelleştirdik, çilekli votkayı ilk biz çıkardık türünden mesajlar atıp duruyor. Bir internet televizyonu ise, ayıptır söylemesi, aynen şöyle bir haber göndermiş: "Falanca
televizyon sitesine konuşan İstanbul Üniversitesi Veterinerlik Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Tahsin Yeşildere
Türkiye'de kene sayısının artma nedeninin 12 Eylül 1980 darbesi olduğunu söyledi..." Eh be arkadaş, hani ben de Marmaris'te yerleşik emekli ressamlardan haz etmem ama darbenin keneyle bile ilişkisini kurmanın da bir âlemi yok yani. Bu kene denen şey, doğal dengenin bizim insanoğlu tarafından bozulmasından yüz bulmuş, ortalıkta dolanmakta olan bir mahluktur. Tutup Kenan Paşa'ya, "Keneyi de siz yarattınız paşam," dersek, o da cevaben, "Oldu olacak, Kennedy suikastını da benim üzerime atın," der, öyle şap gibi kalırız...
KENE NEDENİYLE İPTAL Bu arada, hazır 'kene' demişken, apolitiklik iddiamı birkaç saniyeliğine bir kenara bırakarak, acayip bir açıklamaya dikkatinizi çekmek isterim. Efendim, MHP her sene Erciyes'in Tekir Yaylası'nda yaptığı Zafer Kurultayı'nı bu sene iptal etmiş ya, kurultayın 'kene tehlikesi' nedeniyle iptal edildiği gibi iddialar da gündeme gelmiş haliyle.
Kayseri MHP il başkanı da hemen durumdan vazife çıkarıp, "Ülkücü cesurdur, keneden korkmaz!" diye bir basın açıklaması yapmış. Yahu arkadaşım, ne alakası var şimdi bu işin cesaretle? Kene kenedir. Adama yapışırken, "Bu ülkücü, benden korkmaz, delikanlı adamdır, dolayısıyla ben buna yapışmayayım," diye düşünmez ki. Sonra, cesaretin etkili bir kene ilacı olduğunu hiç sanmıyorum; siz elmayı seviyorsunuz diye elmanın sizi sevmesi gerekmediği gibi, siz keneden korkmuyorsunuz diye kenenin sizden çekinmesi, "Aman, baba çok fena ülkücü, ben buna yapışmayayım, başıma iş alırım," diye düşünmesi gerekmiyor... Neyse işte, gördüğünüz gibi, halkla ilişkiler şirketlerinin şahsıma yolladığı acayip basın bültenlerinden nerelere kadar geldik...
BEŞ KURUŞU YOKMUŞ Efendim, ben aynı saçma gündemi gazetelerin internet sitelerindeki magazin bölümlerinde de görüyor ve üzülüyorum. Hayır, halkın haber alma hakkını savunmuyor değilim ama mesela şarkıcı Banu Zorlu'nun, "Yıllardır bu mesleğin içinde olmama rağmen kenarda beş kuruş param yok. Neredeyse bütün kazancımı saçıma ve makyajıma harcıyorum. İki yılda saç ve makyaj için 200 bin YTL'den fazla harcama yaptım, bir dikili ağacım bile yok," açıklamasına rastladığımda içimi bir tuhaflık kaplıyor. Güzel bacım, ağaç dikmemişsin ama tepene durmadan tüy kondurmuşsun, diyesim geliyor ki, bu da benim gibi entelektüel bir kimseye yakışmayan, incelikten yoksun bir tavır. Dengem bozuluyor... Toplum beni kendi girdabına çekiyor... Bakın, şimdi aklıma geldi, iyi ki fazla saçım yok. Aksi takdirde, güzel görünmek adına saça iki senede 200 bin YTL gömmem gerekebilirdi ve bu durumda uzayan saçlarımı yiyerek beslenmek zorunda kalabilirdim. Tanrım, bu memleket beni Polyanna haline mi getirdi yoksa?