Kamil Fırat, "Fotoğraf hafta sonu eğlencesi değil," diyor ve seyahate giderken yanına makine almıyor.
Köklerimizle yüzleşme zamanı
Bir kare fotoğraf için bir yıl uğraşan Kamil Fırat, 'Kök' adlı sergisiyle herkesi içindeki köklerle yüzleşmeye, hayatı anlamaya davet ediyor..
Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi öğretim görevlisi ve Adatepe Taşmektep kurucularından Kamil Fırat'ın siyah-beyaz fotoğraflarından oluşan 'Kök' adlı sergisi, 20 Nisan'a kadar Kare Sanat Galerisi'nde yer alacak. Tek bir fotoğraf için bir yıl uğraşan, Belçika Kraliyet Müzesi koleksiyonunda fotoğrafı olan tek Türk fotoğrafçı unvanını taşıyan Fırat'ın fotoğrafları, Almanya'da Bochum Müzesi ve İstanbul Modern koleksiyonlarında da yer alıyor. Sanatçının sergisinde, doğanın tutunma noktası köklerde onun doğaya ve içe bakışına, hayatı algılayışına tanıklık edeceğiz.
- 11 yıldır bu sergiyle uğraşıyorsunuz, hikâyesi nedir?
- Doğaya bakmak, insana iyi gelir ve bunu tekrarlamak gerekir. Aslında doğanın görünmeyen tarafına bakmak... Çünkü ağaçların toprak altındaki bölümleriyle bir temas var. Bunun açığa çıktığı, bununla yüzleştiğimiz durumların fotoğrafı... Kök, hem doğayı iyi anlatır hem de insana dair birçok öğeyi de içinde barındırır. Aidiyet, yerleşiklik, göçebelik, uçarılık gibi kavramları da aktarabiliyor.
- İnsanın hayat yolculuğuna dair bir serüven de diyebilir miyiz?
- Evet, ama doğumdan ölüme doğru bir serüven değil. İnsanın kişisel hayatı içinde yaşadığı birtakım kırılmaların temsilleri olarak düşünmek gerekiyor. Yaşamda bir anlamda kavrama dönüşmüş, bir kırılma olarak yaşanan öğeleri, biz birtakım nesnelerde görebiliyoruz, kök onlardan biri... Beni doğanın kendisi de ilgilendiriyor. Çünkü her gün yeni keşiflerde bulunabileceğimiz bir alan. Çok sıradan, insanların dönüp bakmadığı, kıyıda köşede kalmış şeylerde hem iyi fotografik tat var, hem de hayatı iyi anlatan göstergeler...
- Amerikan dokümanter fotoğrafının temel aldığı nokta sıradan nesnelerdir, sizin fotoğraflarınızda da böyle bir paralellik var mı?
- Bir paralellik kurulabilir. 'Kök' denilince akla Angkor'daki budist tapınaklarındaki kökler geliyor. Barok, devasa şeyler... Oysa zargana gibi duvardan çıkmış bir kök, gerçekten bir şeyleri içinde barındırdığı için beni ilgilendiriyor. Kök belgeseli yapmak değil amacım. Bir sarmaşığın kökü de beni ilgilendiriyor.
- Fotoğraf, nesnesini aşabilir mi?
- Fotoğrafın kendisi heyecan uyandırır, nesnenin heyecan uyandırması tehlikelidir. Nesnenin tutsağı olma ihtimali olabilir. Oysa fotoğrafçı burada iyi bir denge kurmak zorunda. Heyecan uyandıracak fotoğrafçının konuyu ele alışı, teknik olarak ortaya koyuşu, sunuşu bütün buralarda gizli. Dünyanın en büyük kökünü bulur, çekersin ve dünyanın en büyük kökü senin olur. O beni hiç ilgilendirmiyor.
HAYAT BİR PUZZLE GİBİ
- Sergileriniz tek başına ya da bütünsel olarak düşünüldüğünde de bir hikâyenin parçası gibi...
- Zaten bunu hedefliyorum. Benim fotoğraflarımın hepsinde aslında hem bugüne dair bir hikâye var hem de benim kurguladığım bir dünya... 'Kök', 'Kıyı'nın devamıdır, ama 'Kıyı', 'Kapadokya'nın sonrasıdır. 'Kubbe', insanın yaptığı bir yapı, 'Ufka Dair' ise uzamdaki bir şeyden söz ediyor, ama bu ikisi arasında müthiş bir ilişki var. Bir puzzle'ın parçaları olarak yer alıyor. Hepsi kendi içinde bağımsız ama bir araya geldiğinde de başka bir resim çıkıyor. Belki öldüğümüzde ortaya çıkan resimle puzzle tamamlanacak. Ne çıkacak bilmiyoruz.
- Askerde aylarca, 'Atlar' serinizin eskizlerini yaptığınız doğru mu?
- Fotoğraf anlamında kırılmalardan birini 1985'te yaşadım. Fotoğraf için resimle ilgilenmiştim. Zaman kavramıyla ilgili bugün taşıdığım kaygıları taşımıyordum. Barok'un peşinde koştuğum bir dönemdi. Sinema gibi anlatabileceğim bir hikâyem vardı, ama ben bunu fotoğrafla ve bir nesneyle anlatmak istedim. Bu da at olabilirdi. Atın iyi bir metafor olduğuna hâlâ inanırım. Başından sonuna kadar o hikâyeyi çizmiştim. "O seride, o fotoğraf da olmalı," diye tam bir yıla yakın tek bir karenin izini sürdüm. O atlar, sanki kraliyet ailesinin atları, ama aslında yine sıradan atlar değil mi? Bir yıl beklediğim at da sütçü beygiriydi.
- Sizin hayatınızda fotoğraf nerede duruyor?
- Hayatımın en önemli parçası fotoğraf. Ben onu bir hafta sonu eğlencesi olarak görmüyorum. Yurtdışına çıktığımda yanıma fotoğraf makinesi bile almam, bakıp görmem yeterli. Bir yeri fotoğraflayacaksan orada iki-üç yıl yaşamak, o kültürü çözümlemek gerekir. Çeksem bile hiç ortaya çıkarmadım. Hep uzun soluklu ve temalı sergiler çalıştım. Bu temalar benim hayatı okumamdır. Bilgi için: (0212) 230 58 91
Yayın tarihi: 5 Nisan 2008, Cumartesi
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2008/04/11/ct/haber,B4C059D9E1B040E38912B12A6F275EBC.html
Tüm hakları saklıdır.