kapat
Üye OlÜye Girişi
Bugünkü SABAH Gazetesi
  |  Benim şehrim | 17 Mart 2008, Pazartesi
Son Dakika
ARAYIN
Google
Google Arama
atv
ABC
HASAN BÜLENT KAHRAMAN

Bir davanın görünmeyen yüzü

AKP için açılan kapatma davası daha önce RP ve FP için açılan davalar kadar etkili olmadı. Burada bir çelişki var. RP ve FP hiçbir zaman AKP kadar büyük bir kitle partisi değildi. Her zaman daha marjinal kaldı. Buna mukabil o iki partiye dönük toplumsal tepki AKP'ye gösterilenden daha küçüktü. AKP onlarla mukayese edilemeyecek kadar büyük ve etkili bir siyasal güç. Ona gösterilen tepki de o oranda daha yoğun. Buna mukabil bu dava o derecede etki yapmadı. Çeşitli çevreler 'olmamış gibi davranalım' havası yaydı etrafa. Bir kere bu çok dikkatle kaydedilmesi gereken bir husus.

Niye bu iki parti?
İkincisi, AKP bugün hakkında dava açılan ikinci parti. Diğer parti DTP. Bu da çok önemli bir başka gösterge. AKP İslam, DTP Kürt kimliğiyle ilgili sorunları odağına almış partiler. Her iki konu da 'kurulu düzen'in ve kurucu ideolojinin baştan beri hassas olduğu konular. Cumhuriyetin Kürt ve İslam konuları ölçüsünde üzerine titrediği başka iki konu daha bulmak olanaksız . Cumhuriyetin tarihi bu iki konuya dönük 'mücadelesiyle' yazılmıştır denebilir. Şimdi aynı noktada bir kez daha siyasal alana ağırlığını koyuyor devlet. Dolayısıyla şöyle bir yorum yapmak mümkün.

Kimdir devlet? Ne ister devlet?
Devlet, Türkiye'de ordu ve yargı bürokrasisi demektir . Bu aslında her yerde böyledir. Sorun bu kurumların ne derecede siyasetin denetimi altında olduğudur. Bizde tarihsel olarak, tarihsel nedenlerden ötürü işler tersinedir. Bu kurumlar siyaseti denetlemek ister.
Bazıları tepki gösteriyor, biliyoruz ama, şunu da ekleyelim ki, bu iki kesim 1960'tan beri imkan ve fırsatı buldukça her defasında geniş halk kitlelerinin kararına doğru kaçan siyaseti sürekli olarak merkeze çekmek çabasındadır. Ordu ve yargı darbelerinin anlamı budur.
Bu oluşumun son evresi bugünlerde yeniden tartışılan 28 Şubat'tır. Ardından Cumhurbaşkanı seçimini engellemek için çıkarılan 367 koşulu gelir. Daha sonra Nisan 2007'de askeri kanatlardan gelen açıklamalar, en nihayet kapatma davası var. Kısacası süren, işleyen bir sistem bütünlüğü duruyor gözümüzün önünde.

İki cephenin hikayesi
Bunun anlamı şu: politika Türkiye'de toplumcu-hakçı ( 'hakçı' derken Tanrıcı anlamında değil, siyasal-demokratik hak anlamında kullanıyorum kavramı) bir model üstünde gelişiyor. (Bu, Batı'da Papaz Sieyes'ten beri böyledir ama şimdilik geçelim.) Siyaset özellikle 1990'lardan sonra bu yöne meyleden kesimlere itibar ediyor. Toplumcu-hakçı kesimin temel argümanları, kullandığı siyaset unsurları yeteri kadar kuvvetli olmayabilir. Hatta yanlış da olabilir. Fakat bunlar modelin özünü değiştirmez.
Buna mukabil karşı kutupta siyaseti devletçi-seçkinci bir muhakemeye göre tanımlayan kesimler yer alıyor. (Bu arada belirteyim: ' seçkinci' derken bazı 'profesör' yazarlarımızın yazdığı gibi 'aristokratları' kastetmiyoruz. Seçkincilik (elitizm), siyaset biliminde tıpkı liberalizm veya muhafazakarlık gibi bir ideolojidir . Toplumun kendi kendini yönetmesinden çok, egemen ideolojiyi benimsemiş belli bir kesim tarafından yönetilmesini öngörür. Bu yanıyla da muhafazakarlığa çok yakındır.)
Bugün tam böyle bir noktada duruyoruz. Tekrar edeyim, yanlış ve eksik argümanlarla başlamış da olsa, AB, demokratikleşme, Kürt konusu, İslami kimlik gibi alanlarda toplumcu-hakçı, yani sorunları bir demokratik hak sorunu olarak görüp haklar alanını genişletmeyi benimseyen bir siyasetle onları devletçi-elitçi bir model içinde tanımlamaya çalışan kesimler arasında bir çatışma var. Bu, siyasete inanmakla inanmamak arasında bir gerilimdir aynı zamanda.
Bu çatışma 1990'larla birlikte hızlandı, yoğunlaştı. Bugünkü kapatma davasına kadar getirdi bizi. Bakalım buradan nereye gideceğiz...