Eski, çok eski zamanlarda ressamlar ve filozoflar tartışmaya başlamışlar. Ressamlar, toplumu etkileme konusunda kendilerinin daha başarılı olduklarını, filozofların ortaya bir iş koyamadığını savunuyorlarmış. Filozoflar da her sanat eserinin başlangıcının düşünce olduğunu, bu işi de en iyi kendilerinin sergilediğini söylüyormuş. Kentin önde gelenleri, tartışmaya son noktayı koymak için ressamlardan ve filozoflardan en iyi temsilcilerini seçmelerini istemiş. Büyük, boş bir salona gelen taraflar, salonun tam ortadan bir perdeyle ikiye bölündüğünü görmüşler. Kentin yöneticileri demiş ki: "Salonun yarısı en iyi ressamın, öteki yarısı ise en iyi filozofun... Size bir hafta veriyoruz. Tüm marifetinizi gösterin. Bir hafta sonra gelip yaptıklarınızı değerlendireceğiz. Hanginizin toplumu etkileme konusunda en iyi olduğuna biz karar vereceğiz." Ressam bu duruma çok memnun olmuş. Hemen bir iskele kurarak, duvara harika bir manzara resmi yapmaya koyulmuş. Yarışmanın mutlak galibi olduğundan son derece eminmiş. Sahi, filozof öteki tarafta ne yapabilir ki? Bir hafta sonra seçiciler salona geldiklerinde, olağanüstü güzellikte bir manzara resmiyle karşılaşmışlar. Sormuşlar ressama: "Bu harika yer nerede? Söyle de oraya gidelim..." Ressam, öyle bir yerin olmadığını, resmi hayalinden yaptığını söylemiş. Kentin önde gelenleri filozofun ne yaptığını görmek için perdeyi kaldırmışlar. Perde açılınca da öylece kalakalmışlar... Filozof, eline aldığı bir taşı bir hafta boyunca kendine ayrılan duvara sürtmüş ve koca duvarı bir aynaya çevirmiş. İnsanlar, kendilerini gitmek istedikleri, ama ressamın hayalinden yaptığını söyleyince gidemeyeceklerini sandıkları manzaranın içinde görmüşler. Duyduğum en güzel ayna öyküsüdür okuduğunuz... En güzel aynayı ise Frankfurt Hayvanat Bahçesi'nde görmüştüm. Bir kafesin önünde şu yazılıydı: "Doğanın en vahşi canlısı..." Kafesin içinde yalnızca bir boy aynası vardı. Ayna şiirlerinin en ünlüsü ise hiç şüphesiz ki, Orhan Veli'nin şu dizeleridir: Ne atom bombası, Ne Londra Konferansı; Bir elinde cımbız, Bir elinde ayna, Umurunda mı dünya! Elinde ayna ve cımbız tutup da dünyanın umurunda olduğu kadın yok mudur? Olmaz olur mu? Elbette vardır. Dorothy Levitt onlardan biridir. 1903 yılında, otomobil yarışlarına katılan ilk kadın pilot olan Dorothy, sıra dışı kişiliğiyle döneminin en renkli insanlarındandı. Deniz sürat motoru da kullanan genç kız, 1906 yılında Napier marka yarış otosuyla saatte 96 mil sürate ulaşarak, kadınlar dalında dünya rekoru kırmayı başarmıştı. İngiltere'de yaşayan Levitt, aynı yıl
Kadın ve Araba adında bir kitap yazar. Bu kitap, otomobil tarihinde bir devrime neden olacaktır. Bayan Levitt, kitabının bir sayfasında kadınlara araba kullanırken yanlarında bir el aynası bulundurmalarını öğütler. Aynanın amacı, arada sırada arkaya bakarak trafiği kontrol etmektir. Levitt'in kitabından tam beş yıl sonra, Indianapolis'te düzenlenen otomobil yarışlarında, Ray Harroun adlı pilot, kendi tasarımı olan arabasına ayna koyar. Bu, dikiz aynasının takıldığı ilk arabadır. Ayna sayesinde piste hakim olan Harroun, yarışı birinci sırada tamamlar. Harroun'un 'Marmon Arısı' adını verdiği sarı renkli arabası, Motor Speedway Müzesi'nde sergilenmektedir. Otomobilinizde kullandığınız dikiz aynasının bir kadın buluşu olduğunu biliyor muydunuz? Hem de arabayı sürerken arkada neler olup bittiği umurunda olan bir kadın tarafından hayata kazandırılmıştır. Bir başka deyişle, biz erkekler, trafikte at gözlüğünün atılmasını bir kadının zekâsına borçluyuz.
Yayın tarihi: 23 Şubat 2008, Cumartesi
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2008/02/27/ct/sakin.html
Tüm hakları saklıdır.