kapat
Üye OlÜye Girişi
Bugünkü SABAH Gazetesi
  |  Benim şehrim | 27 Kasım 2007, Salı
Son Dakika
ARAYIN
Google
Google Arama
atv
Kanal 1
ABC
UMUR TALU
Dipsiz Kuyu

Sanki bir sınır var

Bir sürü mutluluk, bir sürü üzüntü, bir sürü kırıklık, bir sürü hayal kırıklığı.
Hayat da, "meslek hayatı" denen şey de biraz böyle geçiyor. Geçip gidiyor. Gidip bitiyor.
"Başınıza gelen" in mutlaka daha kötüsü, çok daha kötüsü "başkalarının başına" gelmiştir.
O yüzden kendini ne abartmaya ne yerin dibine dibine sokmaya gerek var.
Bazen güçlü bazen zayıf, bazıları hep dimdik bazıları biraz eğik... Bir yolculuk.

Bu meslekte beni en çok hayal kırıklığına uğratan şeylerden biri şuydu:
Hükmeden, tahakküm eden, hayatınla ve mesleğinle, onurunla hakikaten oynayan bir güç, kudret, makam karşısında, bir gün süklüm püklüm olup boyun eğmek, yanaşmak, yaltaklanmak.
Tabii, kendin o tür haksızlık yaptığında da, hiç olmamış gibi, en ufak bir özeleştiri veya pişmanlıktan, utançtan geçmeden yeni arazilere uymak.
İlle kan davanız, bitmeyen husumetiniz, dinmez kininiz, geçmez nefretiniz olması gerekmiyor.
Hatta bunlar hiç olmasın. Hepsi zamanla geçsin, tamam.
Ama sanki bir şey gerekiyor.
Bir sıkıntı, bir üzüntü, bir öfke yahut açık özür, bir dik duruş, ne bileyim, vicdanınızın yerinde duramaması işte.
O yüzden, özellikle birincisiyle ilgili hayal kırıklıkları, özellikle bir şekilde (mesleki, insani) değer verip sevmiş olduğum insanlarla ilgili, yıkıcı değilse bile, iç acıtıcı sarsıntılar yarattı.
Mesela;
Adını düzmece bir belgeye dahil edip hem işinden kovdurtan, hem ölümüne hedef gösteren üst düzey askeri yetkiliye, bir konferans vesilesiyle yaklaşıp merdivenlerde "alt basamaklar" da durarak kendini affettirmeye, beğendirmeye çalışan birisi.
Mesela;
Kendisini çalıştığı ve işini hakkıyla yaptığı bir TV'deki işinden ettirip neredeyse lanetli haline getiren üst düzey siyasi yetkiliye büyük bir toplantı vesilesiyle yanaşıp "ceket ilikleyerek" bir odada kendini affettirme ve mesleki vize almak için uğraşan bir başkası.
Mesela;
Öyle eleştiri meleştiri değil, öldüresiye ağır laflarla kamuoyu önünde saldırdıklarını, yanlarında ekmek parası için çalışmak neyse de, artık övmek, abartılı şekilde pohpohlamak için çırpınan başkaları.
Mesela;
Yıllar boyu hiçbir temel eleştiri getirmeden, bir sürü ayıba da katlandıktan ve ses çıkarmadıktan sonra, yalnızca kendisine yapılıp edilenleri dünyanın merkezine koyarak, sistemi hiç sorgulamadan yandan çarklı ve çarıklı isyan edenler.
Mesela;
İşte tam o gün, tam o anda ve öyle daha birçok zaman, söylemesi gerekenleri asla söylemeden, hele hele bir dolu güvencesi varken, sırtındaki yükler hafifken asla o iki kelimeyi bir araya getirmeden "duayen, büyük, usta, bağımsız, itibarlı" olanlar.
Bilip de içimi acıtmış böyle arkadaşlar her yeni gün bir dolu fetva verdiğinde, irkilirim.
Sanki yanlarındaymışım da ter içinde kalmışım gibi sıkılırım.
Elbette, her birimiz (ve kendimiz) de ne kırıklıklara, ne hayal kırıklıklarına sebep olmuşuzdur.
Nerelerde patinaj yapmış, hangi duvarlara çarpmışızdır.
Ama sanki bir sınır var.
Tam tarif edemiyorum ama hissediyorum!
Onlar, kolayca aştıkları için, o sınırı iyi biliyorlar.
Not: Polise "yetki" düzenlemelerinin nasıl parkta, otoda öldürücü, gazeteci dahi dövücü, özellikle güçsüzü ezici bir yetki olduğunu başta Başbakan, hükümet yeniden düşünmeli. Vur deyince öldüren yetkileri düşünmeden verenler, vurup öldürenlerin günahını paylaşmıyor mu?