Katiyetle altını çiziyorum; bunu ilk ve son kez yapıyorum! Yayımlanmamış bir öyküyü
(daha doğrusu bir bölümünü) yazarından izinsiz olarak köşeye alıyorum. Çünkü öyküyü yollayan kişi o kadar cesaretsiz, yazımının iyi olmadığından o denli emin ki, yazarlık adına bir girişimde bulunamıyor. Diyor ki; "Sizce yazmalı mıyım? Yayımlanmaya değer mi yazdıklarım?" Bence ismini yakın bir gelecekte, bir kitabın kapağında göreceksiniz ama şimdilik kendisini ifşa etmiyorum. Öyküsü ise hemen buracıkta...
"...Bakışlarını bilerek kaçırdı. Hafızasında yıllardır özenle sakladığı adam değildi şu anda karşısında duran. O heybet nerede? O simsiyah saçlar? Geride kalan tek şey gözlerinde birikmişti. Adına hala 'aşk' diyorlar bunun değil mi? -Anlatamadım... Anlatamadığı şey acı vericiydi aslında. Hep anlatamamışlardı zaten. Birbirlerine en yakın olmayı bu kadar çok isteyip, hep uzak kalabilen çok kişi var mıdır acaba bu hayatta? -Hayat öyle oyunlar oynadı ki... Oyunu bozamamışlardı işte! -Yani mecbur mu kaldın o kadınla evlenmeye? -Bilmiyorum... Şimdi üzülmeli miydi? Yıllarca kendini yalnızlığa mahkum etmesinin karşılığını bu kelime tanımlamıyordu. -Neyi, niye yaptığımı bilmiyorum... 'Kayboldun yani' cümlesini seslendiremedi. Hatta 'Yardım etmemi ister misin?' de diyemedi. Korktu. Sustu. Yutkundu. Başını yana çevirip yoldan geçen taksiye baktı. Havayı soludu. Keşke yağmur yağsaydı.... Önünde iki seçenek vardı. Tıpkı yıllar önce olduğu gibi... İlki, elinden tutup gitmek, başka bir yere hayatı sıfırlamaya... İkincisi ise engel olmamak, 'Belki böyle mutlu olma şansı vardır' demek. Yıllar önce ikincisini seçmişti ve mutlu olmazsa geri geldiğinde orada olmak için beklemişti. Yani aşkının kefareti yalnızlıktı..." Öykü böyle bitmiyor, bitemiyor çünkü. Aslına bakarsanız bir roman bile olabilir. Hatta keşke olsa... Da ben de yazsam... Hadi biraz cesaret!
Yayın tarihi: 19 Kasım 2007, Pazartesi
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2007/11/19/gny/haber,825CC4998B26467A9BD557045DF9AB76.html
Tüm hakları saklıdır.