İstanbul'un tarihi ve kültürel değerleri tanıtılmak isteniyorsa, yalnız Türk eserlerine değil, Roma ve Bizans dönemi eserlerine de aynı özeni göstermek gerekir.
İstanbul'un Avrupa Kültür Başkenti Yasası geçti, hayırlı olsun. Bu yasanın içine sızan 'AKM'nin yıkılması' maddesi de çıkarıldı, o da hayırlı olsun. Artık bir kenti kültür başkenti yaparken yıkmanın değil, yapmanın önemli olduğu da anlaşılmış olsun. Ama bu arada, ismini not edemediğim bir MHP milletvekili şöyle buyurmuş: "İstanbul'da Türk eserleri ön plana çıkarılmalıdır, başka uygarlıklar değil." Sevgili milletvekili kardeşim. Yaşını başını bilmiyorum (olasılıkla benden küçüksün). Sen belki bu işleri düşünmezken, yani şöyle-böyle 35 yıldır, ben bulabildiğim her yerde İstanbul'daki Türk eserlerini söz konusu etmişimdir. Öyle soyut biçimde değil, adlarını vererek; Mihrimah'tan Piyale Paşa'ya, Süleymaniye Külliyesi'nden Rüstem Paşa'ya kadar Sinan'ın eserlerini ve başkalarını korumanın, perişanlıktan kurtarmanın gereğini yazmışımdır. O yazılar,
Cumhuriyet, Milliyet, Yeni Yüzyıl ve SABAH arşivlerinde bulunabilir. Ama yine ben, İstanbul'un dünyada birkaç büyük uygarlığın başkenti olmuş birkaç megakentten biri olarak, her taşının korunması gerektiğine de inanmış, kentteki Roma ve Bizans eserlerine de aynı ilgiyle yaklaşmışımdır. Çünkü uygarlık bir bütündür. Hepsinde bir devamlılık vardır ve gerçek kültür, illa da birini ön plana çıkarmayı değil, hepsini aynı özenle korumayı gerektirir. Zaten Fatih'in İstanbul'da tek bir Bizans yapısına zarar vermemesi veya Sinan'ın açıkça belirttiği Ayasofya hayranlığı ve 'onu aşma tutkusu', bunu göstermez mi? Üstelik, amacın gerçekten Türklüğü koruyup yüceltmekse, acaba kendinden önceki uygarlıkların eserlerini koruyan bir Türkiye mi dış dünyada saygı görür, yoksa sadece Türk olanları koruyan mı? Elini vicdanına koyarak düşünmeni diliyorum.
GÜNAY KORUMAKTAN YANA Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay'la çok az konuşabildim; bir kez telefonda, bir kez de
Milliyet-Sanat'ın kokteylinde. Buna karşın, ona büyük sempati duyduğumu ve görüşlerine katıldığımı belirtmeliyim. Çünkü Günay, koruma ve onarma konularına bir mimar gözüyle yaklaşıyor. Mimar olmasa da yaklaşımı mekâna dönük. İster Ankara'nın Cumhuriyet dönemi yapıları olsun, ister bir Anadolu kasabasının eski evleri, isterse İstanbul'un tarihi mirası, hep altyapıyı koruyup canlandırmaktan söz ediyor. Ben de hep böyle bakarım; bir kentin tarihi mirası öncelikle anıtlarını, yapılarını, sivil ve dinsel mimari örneklerini koruyup canlandırarak korunur. Diğerleri üstyapısal şeylerdir. Elbette onlar da önemlidir, ama esas olan altyapıdır. Üstelik o kaybolup giderse, yerine başka şey koyamazsınız. Umarım İstanbul Avrupa Kültür Başkenti projelerinde de aynı tavır korunur. Çünkü öylesine fantezi şeyler duyuyorum ki... Sergiler, happening'ler, sanatsal manifestolar... Hepsi ilginç de olabilir. Ama öncelik, kentin çöken tarihsel altyapısına verilmeli. Kalıcı olan odur; gerisi ise geçip gidecek şeyler...
Bugünkü Tüm Yazıları
Türklüğe gerçek katkı nasıl olur?
Yayın tarihi: 9 Kasım 2007, Cuma
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2007/11/09/cm/dorsay.html
Tüm hakları saklıdır.