Ne güzeldi Bekir Coşkun'un "Güle Güle Cumhurbaşkanım" yazısı.. Yazılabilecek her şeyi nasıl minik satırlara sıkıştırmıştı, bir büyüklüğü anlatırken.. Sadece benim değil, milyonların duygularını nasıl özetlemişti..
"Devlet adamı 'gelişinden' değil 'gidişinden' bellidir.Bir manevi yolun iki yanına dizilmiş insanlar, dudaklarında dua, gözlerinde yaşla uğurluyorlarsa devlet adamını...Yüreğinde yurtseverlik olan herkes 'teşekkür ' ediyorsa...Eller sallanıyorsa arkasından... Fısıltılar onun gidişinin ülkemiz için bir güven kaybı olduğunu durmadan tekrarlıyorsa...Çocuklar onu seviyorsa...Trafik polisi; kendisine ve kırmızı ışığına saygı gösteren bu devlet adamına son selamını verirken burnunu çekiyorsa...Bu ülkenin tüm zenginliklerine sahip çıkmış adamsa o...Yüzü ak... Alnı açık... Vicdanı rahat... Başı dikse gidenin..." * * *
Bir defa karşılaşmıştık Sezer'le.. Tek bir defa.. Sözüm ona Kültür adamı Bülent Ecevit, Şakir Eczacıbaşı'nın, İstanbul Festivali'ni açarken yaptığı konuşmada, sadece bir cümlelik
"Sayın Başbakan Ecevit'e bir türlü ulaşamıyorum" sitemine kin bağlamış ve bugün çoktan İstanbul'un hizmetine girmiş olacak Ayazağa Kültür Merkezi'ne tüm ödenekleri kestirmişti. Kaba inşaatı bitmiş, 60 milyon dolar harcanmış yapı, giderek leşleşerek orada duruyor, o zaman Ecevit'in tam dümen suyundaki (Sonra tam karşısına geçti ya) Kültür (!) Bakanı da zerre ilgilenmiyordu. Konuya sahiplendim. Günlerce yazdım. Sonunda, Ecevit ve Bakanı'nın "Nuh" deyip "Peygamber" demediklerini görünce, Cumhurbaşkanı'na çağrı yaptım, "Gelin, durumu görün. Sonra düşünürüz, bir yardımınız olabilir mi" diyerek..
Geldi..
Sırf o yarım kalmış Kültür Merkezini görmek için İstanbul'a geldi.. Yolun ortasında bekliyorum.. Konvoy monvoy değil. Bir basit koruma aracı.. Bir de mütevazi makam arabası.. Otomobilinden indi.. O andaki hareketini unutmama imkân yok.. Ceketinin düğmesini ilikledi, bana doğru yürürken.. Elimi sıkacak ya..
O makama, en az onun kadar önemli, değerli bir başka makamdan gelmiş. Anayasa Mahkemesi Başkanlığı'ndan.. Ama bu makamlar onun insana, ülkesinin insanına saygısını değiştirmemiş, burnunu büyütmemiş.. Bu halkın içinden biri olduğunu unutturmamış..
Perşembe gecesi TV'de Şampiyonlar Ligi kura çekimlerini izlerken hatırladım bu sahneyi..
Avrupa'nın en büyük futbolcusuna ödül vermek üzere sahneye çıkıyor UEFA Başkanı Platini.. O sahnede ev sahibi Monaco'nun devlet başkanı Prens Albert de var, üstelik, önü kapalı ceketi ile..
Ama şımarık Fransız ceketinin düğmelerini ilikleme gereği dahi duymuyor.. Ne prense saygısı var, ne Avrupa'nın hem de kendi kurumu tarafından seçilen en büyük futbolcularına.. Ne salonu dolduran kıtanın en önde gelen kulüp temsilcileri ve futbol adamlarına.. Ne de ekran başındaki milyonlarca seyirciye..
Hangisi büyük adam bunların şimdi?..Sezer mi?.. Platini mi?.. İki defa da telefonla konuştuk. Hayır ben aramadım.. Sayın Cumhurbaşkanı beni aradılar.. O günlerde çıkmış iki yazıma teşekkür etmek için.. Hepsi o..
Bir defa yüz yüze, iki defa da telefonla konuştuk 7 yılda..
Ama hep içimdeydi.. Her gün konuşuyorduk onunla sanki..
Dilerim, ülkem adına dilerim ki Ahmet Necdet Sezer'i yarın daha büyük özlemlerle aramayız!.
Yayın tarihi: 1 Eylül 2007, Cumartesi
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2007/09/01//haber,F67AF7ADBDC345FBBF948BE930E838D6.html
Tüm hakları saklıdır.
Copyright © 2003-2007, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.