Hepiniz psikiyatrist olduğumu biliyorsunuz. Çok uzun süredir çocukların ve erişkinlerin ruh sağlığını korumak ya da iyileştirmek için çalışıyorum. İşimi yaparken, işimle bağlantılı olarak toplumsal birçok olayda da yer almaya çalışıyorum. Konuşmalar yapıyor, olanak bulduğumda televizyon programlarına katılıyor, televizyon yöneticileri eğlence programları kadar izleneceğine ikna olduklarında, tek tatil günümde program yapıyor ve insanlara ulaşabileceğim her yerde yazıyorum. İçlerinde en gurur duyduğum şeylerden biri yuva çocukları, sokak çocukları ve suça sürüklenmiş çocuklarla yıllardır süren beraberliğimdir. Onların bizim çocuklarımız olduğunu, onlara karşı hepimizin evimizdeki çocuklar kadar sorumluluğumuz olduğunu bilecek kadar uzun süre oldu. Biri yuva bulduğunda, biri okula gittiğinde, biri işe girdiğinde dünyalar benim oluyor. Hele de bunu sizlerden biri sağladığında, biriniz onlara el uzattığında, kendimi çok şanslı sayıyorum. "Biraz olsun sesleri olabildim, biraz olsun sizlere onları anlatabildim," diye seviniyorum. Yazıları okuyup, programları izleyip, gazete ya da www.bengisemerci.com adresinden yolladıklarınız çok önemli. Geçen hafta evlat edinme konusundan bahsetmiştik. Bu konuda gelen bir maili, evlat edinilmiş olmaktan gurur duyduğunu söyleyen güzel bir annenin adıyla yayınlıyorum.
* * *
"Merhaba Bengi Hanım,
SABAH gazetesindeki yazınızı okuduğumda, duygularıma tercüman olduğunuzu gördüm. Çünkü aynı haberi ben de okudum ve şok oldum. Ben 2,5 yaşında evlatlık verilmiş bir bayanım. Şu an 33 yaşındayım ve beni büyüten, gerçek anne ve babamın bile veremeyeceği sevgiyi veren muhterem insanlar sayesinde bu yaşıma geldim. Onlara çok şey borçluyum. "Keşke," dediğim tek şey "gerçek annem ve babam olsalardı," sözümdür. Osman Yağmurdereli Beyfendi'nin daha önce çocuk meselesiyle ilgili röportajlarını okumuş ve "Keşke evlatlık alsalar, tatlı insanlar. Saygıdeğer kişilikleri olduğunu gördüğüm için de evlatlık alarak büyütecekleri çocuk da onlara benzeyeceğinden şanslı bir birey olarak büyüyecektir eminim," demiştim. Bu düşüncem, kendilerinin evlatlık alma konusundaki başka bir yazılarını okuyunca aynı sizin verdiğiniz tepkiyi vererek değişti. Ben iki çocuk annesiyim ve evlatlarımın hayırlı birer evlat olarak büyüyeceklerinin yüzde 100 garantisini veremem. Benim öz çocuklarım olsalar bile... (Yedi kuşak öncemizi kim biliyor ki...) Bunu hiçbir anne ve baba veremez. Osman Bey, topluma mal olduğu için konuşmalarına çok dikkat etmeli. Çünkü bu sözlerden etkilenenler, evlat edinmekten vazgeçip, sıcak yuvaya hasret birçok çocuğun yuva bulmasına engel olacaklardır. Ben kendi gerçek ailemi de araştırdım ve gördüm ki beni büyüten muhterem insanların terbiyesi ve hayat görüşünü benimsemişim. Benim bu mailimi Osman Bey'e iletme şansınız var mıdır, bilmiyorum, ama görüşlerimi bilmesini ve yaptığı hatayı da düzeltmesini çok isterdim. Unuttuğu bir şey var; yuvaya verilen, verilmek zorunda olan her çocuk, masum olarak dünyaya gelmiştir. Onları asil yapacak, saygıdeğer kişiliklere sahip olmaları için ebebeyne ihtiyaçları vardır. 'Tek başlarına kalanlar böyle değildir,' demiyorum, yanlış anlaşılmasın, ama anne babanın yerini kim tutabilir ki... Saygılarımla," Şenay Gürbüz
* * *
Bu mailden sonra tekrar düşünün. Bir çocuğa, soyu ne olursa olsun, iyi bir aile olabilmiş ve çocuğa doğru değerleri vererek yetiştirebilmişseniz anne baba olmayı başarmışsınızdır. Siz ona adınızı, o da size geleceğinizi verecektir. Yapamadığınızda ise ister siz dünyaya getirin, ister iyi bildiğiniz bir soydan olsun hem siz hem de toplum için sorun olacaktır. Şimdi arkanıza yaslanın ve size anne-baba diye seslenen sıcacık bir sesi duymaya çalışın. Bir çocuğun sizi aile olarak sahiplenmesinin mutluluğunu ve gururunu hissetmeye çalışın. Sonra düşünün. O sesi kimin dünyaya getirdiği önemli mi? O size anne-baba diyebiliyorsa, kimsenin olmadığı kadar sizindir. O ses artık sizin yüreğinizdir.
Yayın tarihi: 28 Temmuz 2007, Cumartesi
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2007/07/28/ct/haber,7329FF2A8C9D4165AA654995F338B29F.html
Tüm hakları saklıdır.