İstanbul'da kışkırtılan trafik
Başlığı okuyunca "nasıl yani" diye soruyorsanız hemen açıklayayım: İstanbul'un yolları ve köprüleri işe gidiş geliş saatlerinde işlemez hale gelmiş durumda. Buna karşılık belediyeyle merkezi hükümetin bulduğu çözümler, birkaç yıl için rahatlama sağladıktan sonra trafiği daha da kışkırtmaya yönelik projeler. Milyarlarca dolar harcayarak yaptığımız ve yapmayı planladığımız karayolu ve köprülerden söz ediyorum. Bunların günlük hayatımızdaki rahatlatıcı etkisi birkaç yıl bile sürmeyebilir. Çünkü, İstanbul kilometrekareye düşen insan sayısı bakımından dünyanın en yoğun birkaç kentinden biri durumunda ve bütün ulaşım altyapısı, 1950'li yıllarda yapılan D- 100 karayolu ile 1980'li yıllarda yapılan çevre otoyollarından ibaret. Her iki yakada bu iki yol sistemini birbirine bağlayan iki tane de köprümüz var. Metro sistemimizden söz etmeye bile gerek yok çünkü kentin büyüklüğü ve yoğunluğuna kıyasla hâlâ komik bir güzergâh uzunluğuna sahip. İki otoyol ve iki köprüyle 15-20 milyon "kayıtlı" İstanbullu işiyle evi arasında her gün gidip gelmeye çalışıyor. Bir de "kayıt dışı" İstanbullular var ki, onların hem ne kadar olduğunu bilmiyoruz hem de tam olarak ne yaptığını. Ama bildiğimiz bir şey var ki, karayoluna dayalı ulaşım sistemimiz günde 14 milyon civarında yolculuk yaptırabiliyor. Yani kişi başına bir yolculuk bile yapılamıyor. Buna rağmen tüm ana yollar sabah ve akşam saatlerinde kahredici bir kaos ortamına dönüşüyor.
Köprü, sorunu ağırlaştırdı
Gelişmiş ülkelerin kentleriyle bizim kentlerimiz arasında dramatik bir farklılık var bu anlamda. Avrupa ve ABD'deki büyük kentler, henüz otomobilin icat edilmediği zamanlarda sanayileşip büyüdüğü için metro sistemini etkili bir biçimde kurmuş. Otomobilin 1920'li yıllarda kullanılmaya başlaması yeni yol yapımını teşvik etmiş ama esas ulaşım sistemi olarak metro varlığını korumuş. Şimdilerde New York'ta günde 50 milyondan fazla yolculuk sadece metroda yapılıyor. Bizim sanayileşmemiz ne yazık ki otomobilin icadına yakalandı. Şimdiki D- 100 karayolunun üzerine ip gibi dizilmiş sanayi tesislerimiz ve etrafını saran gecekondu mahallelerimiz, yarattıkları ulaşım sorununun belki 100 yıl başımıza dert olacağını bilemediler. 1970'li yılların başında bu şartlar altında yapılan ilk boğaz köprüsü, sorunu daha da ağırlaştırmaktan başka bir işe yaramadı. D-100 üzerinde minibüslerle işe gidip gelen milyonlarca insan, köprünün yapımından sonra eviyle işini birbirinden uzaklaştırıp, iki yaka arasında her gün gidip gelmeye başladı.
Raylı sisteme öncelik
Bunlardan hiç mi ders almadık derseniz, biraz aldık. Belediyenin 2001- 2007 yılları arasındaki ulaşım harcamaları bazı ipuçları veriyor. Yol projelerine 1.95 milyar dolar harcanırken, raylı sistemler için 3.45 milyar dolar harcanmış. Şimdilerde de belediye bütçesinin yarısından fazlası ulaşım projelerine ayrılmış durumda. Bütün bunların bile yetmiyor oluşu düşündürücü. Bunun birkaç nedeni var: Her yıl İstanbul'a bir Denizli ekleniyor. Buna bir çözüm bulunabilmiş değil. Önceki yazımda ayrıntılı olarak anlattığım gibi, "kurulu şehir bölgesinde imar tadilatı yapılarak yoğunlukların arttırılması" uygulamaları belediye ve hükümetin İstanbul'daki en büyük günahı. Trafiği esas kışkırtansa, belediyenin yüzlerce kavşak ve tünel projesiyle hükümetin üçüncü köprü inadı. Bunları görünce belediyenin bütçe tabloları anlamını yitiriyor. Bugün yapılması gereken belli: İstanbul'un mevcut koşullarında araç trafiğini kışkırtan yollar ve köprüler yerine, daha fazla insanı taşıyabilecek raylı sistemlere öncelik vermek. Bu yapılmazsa işimiz zor
Yayın tarihi: 19 Temmuz 2007, Perşembe
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2007/07/19/em/haber,91ABFC465F324E92A44034B55AF61C25.html
Tüm hakları saklıdır.