Elli yaş
Pazar günü, AB'nin kuruluş antlaşması olan Roma Antlaşması'nın ellinci yıldönümü . Bu hafta sonu üye ülkeler toplanıp hem ellinci yaşgününü kutlayacak hem de, eğer varsa, geleceğe yönelik vizyonlarını bir "Berlin deklarasyonu" ile açıklayacaklar. Şimdilik Türkiye ile AB arasındaki, her iki taraf açısındanmarazi özellikler taşıyan ilişkileri bir yana bırakın. Türkiye'nin kurulduğu günden beri ilgilendiği, üyeliğine soyunduğu kuruluşun ne olduğunu, neyi başardığını görmek gerekir. Bu muhasebeyi yapmadan Türkiye'nin işine gelip gelmediğini, topluma yararı dokunup dokunmayacağını sakin şekilde tartışmak da mümkün olmaz. Altı ülkenin imzaladığı Roma Antlaşması kanlı savaşın ardından aynı felaketi yeniden yaşamak istemeyen bir kıtanın barışı kalıcı kılma arzusunun ürünüydü. Bu hedefe tarafların ekonomik bütünleşmeleriyle varılacaktı. Birlik şekillenirken alınan kararlar üye ülkelerin ulusal çıkarlarına uygun mutabakatları yansıtıyordu. Tarafların bu kararlara uymasını ise Birlik kurumları ve bürokrasisi sağlıyordu. Üyeler ulusal egemenliklerini artan oranda AB ile paylaşmaya hatta para politikasında devretmeye de başlıyorlardı. AB üyeleri ABD'nin güvenlik kalkanı altında ekonomilerini geliştirebildiler. Toplumları zenginleşti, refah devleti uygulamaları piyasanın yarattığı eşitsizlikleri törpüledi, insanlara bir sosyal güvenlik zırhı sağladı. Çalışan sınıflar milli gelirden tarihte görülmemiş oranda pay alabildiler. Giderek AB üyeliği Avrupa ülkelerinin ortak amacı haline geldi. Güney Avrupa ülkeleri İspanya, Portekiz ve Yunanistan hem faşist geçmişlerini hem de köylülük ağırlıklı gerikalmışlıklarını üyelikle aştılar.
Siyasi ağırlığını koymalı Leninizm'in iflasından sonra Orta ve Doğu Avrupa ülkeleri istikrarı, ekonomik kalkınmayı ve demokrasiyi AB üyeliği hedefi sayesinde derin sarsıntılar yaşamadan gerçekleştirebildiler. Fakirlere yönelik genişlemelerde AB'nin bu ülkelere aktardığı fonlar geçişi kolaylaştırdı. Bugün AB hakkında sorulacak ilk soru en güzel günlerinin geçmişinde kalıp kalmadığıdır . Elli yıllık bir barış, refah ve özgürlük projesi yalnızca geçmişinin güzel anılarıyla yetinemez. Çatısı altında topladığı insanlara daha iyi bir gelecek vaad edebilmesi, dünyaya hâlâ dikkate alınacak bir güç, model ve ilham kaynağı olduğunu gösterebilmesi gerekir. Yoksa giderek derinleşen meşruiyet krizini aşabilmesi de mümkün olmayacaktır. AB'nin önümüzdeki dönemde karşılaşacağı sorunlar geçmiştekinden çok farklı. En başta küreselleşme döneminin yarattığı sorunları doğru teşhis etmek, Çin ve Hindistan'ın yükselişine alışmak, geçmişte başarılı olmuş Ortak Tarım Politikası türünden yaklaşık uygulamalarından vazgeçmek zorunda. AB vatandaşlarının önemli bir kısmı AB'ye yabancılaşmış durumda. Ekonomik büyümedeki yavaşlama, kurumların hantallığı nedeniyle de derinleşen verimlilik krizi, çalışanların ve yaşlanan nüfusun gelecek korkusu AB'nin ışıltısını azaltıyor. AB 1945 sonrasındaki yapıcı rolünden çok, uzak, soğuk, şeffaf ve demokratik olmayan bir bürokrasi imajıyla algılanıyor. Temel ilkeleri, bugüne kadarki kazanımları, dünyaya sunabildiği model nedeniyle AB'nin krizini atlatması, ekonomik olduğu kadar siyasi açıdan da dünyadaki ağırlığını hissettirmesi gerekir. Bunun için anayasal değişiklikler kadar ekonomik yeniden yapılanma önemlidir. Ekonomik olarak rahatlamadan toplumlardaki yabancı düşmanlığını engellemek, genişlemeyi sürdürmek, ortak dış politika üretmek mümkün olmaz. Berlin'de toplanan siyasiler arasında AB'yi yeni hedeflere doğru şahlandıracak kalibrede vizyonlu bir lider yok. Belki asıl sorun da tam bu noktada başlıyor.
|