Sadeddin Kaynak'ın eserini AKP ilâhisi zanneden yazar
Çanakkale şehidlerini anma gününde bir 'cami hocasının' Mehmed Âkif'e ait meşhur şiiri okuma biçimi, Yalçın Doğan'ı hiddetlendirmiş. Hiddetinin sebebi, hocanın şiiri şiir gibi değil; dua, ilâhi gibi okumasıymış. Yalçın Doğan, önceki gün köşesinde şiirin böyle dua gibi okunmasının AKP döneminde başladığını yazıyor, bu işin törenlere ruhani bir hava vermek için yapıldığını söylüyor ve bunun ideolojik tavır olduğunu iddia ediyordu. Bestelenmiş olan bazı ünlü şiirler, Yalçın Doğan'a göre pop yahut Türk Müziği olarak okunabilirlermiş ama Çanakkale Şehidleri şiiri için bu mümkün değilmiş. Zira, ortada yine onun ifadesiyle "herhangi bir beste de yokmuş, orkestra da". Hoca, şiiri dua gibi okurken kendine göre yorumluyormuş! Yapma üstad! Mehmed Âkif'in Çanakkale Şehidleri şiiri bestelenmiştir, senin TV'den dinlediğin eser bu bestedir ve Türk Müziği'nin gayet önemli bir ismine, Sadeddin Kaynak'a aittir. Hani "Çile bülbülüm", "Yanık Ömer" yahut "Leylâ" gibi çok meşhur yüzlerce şarkının bestekârı olan Sadeddin Kaynak var ya, işte ona... "Dua" zannedip "AKP'den sonra moda oldu" dediğin eserin tam adı "Segâh Çanakkale Mersiyesi"dir ve senelerden buyana okunur, durur! Dolayısıyla, sözkonusu bestenin "ideolojik icra" ile bir alâkası yoktur ama, Sadettin Kaynak'ın eserini AKP'ye bağlamanın, kendi kültüründen uzak kalmakla çoook yakın münasebeti vardır!
Eserin bestekârı anlatıyor Oldu olacak, eserin besteleniş öyküsünü de, bizzat bestekârın ağzından nakledeyim: Kaynak, "Ben, Mustafa Kemal'imizi, umumi harbin sonunda ihtiyat zabitliğim sırasında Diyarbakır'da tanıdım" diye başlıyor. "İstanbul Dârülfünunu'nda (Aman dikkat Yalçın Bey! 'Dârülfünun' ideolojik bir terim falan değildir, 'üniversite' demektir) talebe iken, Çanakkale muharebesi büyük muzafferiyet ile neticelenmişti. Onun heyecanını, kahraman ordumuzun bu büyük zaferini daima hürmet ile yâdeylediğimiz günlerdi. Mehmed Âkif, bu büyük zaferi 'Çanakkale Şehidlerine' şiiri ile terennüm etmişti. Bu, bir 'mersiye' idi. Yıllar geçti, birgün Atatürk'ün Çanakkale muzafferiyetine dair sözleri bir gazetede yayınlanmıştı. İşte, o heyecan ile Mehmed Âkif'in 'Çanakkale Şehidleri' için yazdığı şiiri hemen besteledim. Bu besteyi yaparken duyduğum heyecanı unutamam..." (Hasan Oral Şen'in 'Sadeddin Kaynak' isimli kitabından). Belki biraz teknik izahat olacak ama, işin bir başka tarafı daha var: Bizde, bir şiirin müzik olarak icra edilebilmesi için, önceden bestelenmesi şart değildir. Usta bir okuyucu, herhangi bir şiiri istediği anda doğaçlama yahut eski tâbiri ile irticâli denen şekilde nağmeli olarak okuyabilir.
Gazel de mi dinlemediniz? Batı'nın emprovizasyon dediği bu iş aynı zamanda besteciliktir ve nağme giydirilen şiir, artık bestelenmiş sayılır. Bu şekilde melodi ile okunan şiirler, konularına göre gazel, kaside, mersiye yahut na't gibi isimler alırlar. 15. asır şairi Süleyman Çelebi'ye ait bir nazım, yani şiir olan Mevlid de bu tarz icranın örneklerinden biridir ve mevlid okuyan hâfızlar "önceden bestelenmiş" bir eseri okumamakta, "önceden yazılmış bir şiiri", o anda bestelemektedirler. Üstelik sadece şiirlerin değil düzyazıların, hattâ Yalçın Doğan'ın yazdıklarının bile böyle nağmeyle ve irticâli olarak okunmaları mümkündür! Kaldı ki, Çanakkale Şehidleri'nin Yalçın Doğan'ın "ilâhi" zannettiği şekilde, yani nağmeyle okunması öyle üç senelik falan değil, şiirin yazılışından buyana devam eden 90 küsur yıllık bir âdettir. Âkif'in mısraları hatimler yahut mevlidler bir tarafa, konserlerde ve fasıllarda bile aşk şarkılarının arasında gazel niyetine okunmuştur ve hâlâ da icra edilmektedir. Ne kadar sıkıcı bahisler değil mi? Yalçın Doğan bir daha müzik konusunda yazacağı zaman "ilâhi gibi şiir" yahut "ideolojik tavır" yorumlarına girmeyip eli kalem tutan her "Türk aydını" gibi Hande Yener'den, Gülşen'den, Şebnem Ferah'tan, Norah Jones'tan veya Kylie Minogue'dan bahsetse ve hem beni, hem de sizi uğraştırmasa...
|