| |
Celal Bayar gerçekten ilk sivil cumhurbaşkanı mıydı?
Arkadaşımız Emre Aköz'ün "Çankaya Savaşları" nı, özellikle yeni kuşakların okuması gerekiyor. Sadece duyulanlara ve hatırda kalanlara dayalı bir siyasi tarih anlayışının ışığında, bugünü anlamak pek mümkün değildir. "Yazılı hafıza" sı olmayan toplumlar, geçmişi anlamaz; geçmişteki kısır döngülerin çemberinde dönmeyi sürdürürler. Bu arada özellikle yakın tarihi yeniden yazanların da, klişeleşmiş söylemlerin doğruluğunu her seferinde aramaları gerekir. Bir somut örneği, Emre Aköz'ün yazı dizisinin dünkü başlığından, yani "Silahların gölgesinde ilk sivil cumhurbaşkanı Bayar" dan verebiliriz. Rahmetli Celal Bayar'ın askeri eğitim görmemiş olması ve bir subay olmaması onun "Sivil" olduğunun kanıtı olarak alınırsa, Bayar gerçekten "Sivil" dir. Siyasi sözlüklerdeki genel tanımı ile "Sivil", askeri ve dini örgütlenmeler içinde bulunmayan, hukuk açısından olağan faaliyetleri cezai, askeri ve uluslararası mevzuatın değil medeni hukukun konusu olan vatandaşlardır. Mecazi anlamda ise "Sivil" kavramı bir kişi hakkında kullanıldığında, bu onun nazik, uygar, görgülü olduğunu ifade eder.
NE KADAR SİVİL Celal Bayar'ın ve onun kuşağının siyasi figürlerinin sivillikleri ise, o dönemin sivil örgütlenmelerinin ne kadar sivil oldukları konusunun tartışılmasını gerektirir. Bayar'la yaptığım uzun söyleşilerin bir bölümünü "Türkiye'de Darbeler ve Kavgalar Dönemi" nde kitaplaştırmıştım. Bu kitaptan bazı alıntılar yaparak, "Bayar ne kadar sivildi" sorusuna bazı yaklaşımlar getirmeyi denemek istiyorum: Celal Bayar'ın iki ağabeyi de okul dönemlerinde verem oldukları için, orta okuldan (Rüştiye) sonra babası onu evde eğitmiş. Eski bir "Komitacı" olan dayısı da ona Fransızca öğretmiş. Yani Türkiye'nin 3'üncü Cumhurbaşkanı'nın eğitim hanesinde "Özel" yazılıydı. Ne lise, ne de üniversite diploması vardı. Bu konuyu Bayar'a sorduğumda "Benim üniversitem İttihat ve Terakki Cemiyeti oldu" demişti Bayar. Sonra "Ben önce İttihatçıyım. Hala da İttihatçıyım. Her şey ondan sonra gelir" diye eklemişti. Bayar 10 ciltlik "Ben de Yazdım" ında, İttihat ve Terakki Cemiyeti'nin tüzüğünü de yayınlamıştır. Bu cemiyetin siyasi partilerden farklı olan teşkilatlanması şu şekildedir: 1-Tahlif heyetleri (Yemin ettiren kurullar) 2-Fedai Şubeleri 3-Usuli Muhakemat ve Mücazat faslı (Yargılama ve ceza bölümü)
CİNAYETLER Cemiyet'e giren herkes ve bütün üyeler, gerektiği zaman "Mukaddes Maksat" uğruna hayatını fedaya mecburdur. Cemiyet tüzüğü dışında herhangi bir şekilde "Maksat" aleyhinde suç işleyenleri muhakeme etmek için merkez heyetleri hakim sıfatını alır, karar verirlerdi. Üç türlü suç vardı. Bunlar "Kabahat", "Cünha" (Suç) ve "Cinayet" ti. Cinayete mahkum olanları merkez heyetleri idam da edebilirdi. "Cinayet" sayılan suçlar da şunlardı: 1-Cemiyet'in sırlarını veya fertlerden birinin veya birkaçının isimlerini suiniyet, vehim veya korku sebebi ile ifşa etmek veya hükümete haber vermek. 2-Cemiyet'in mevcudiyetini tehlikeye sokacak veya maksadını geri bıraktıracak şeyleri hıyanet kastı ile yapmak 3-Cemiyet'in verdiği vazifeleri yapmaktan kaçınmak. Celal Bayar'ın İttihatçılığının özel yaşamına yansımasını da şu anlatımından bulabiliriz.
"AYRILMALIYIZ ARTIK" O'na 1908'de İttihat ve Terakki'nin Bursa Murahhas azalığı teklif edildiğinde, Bayar 25 yaşındadır ve eşi (Reşide Bayar) ile beş yıldır evlidir. Cemiyet'ten yöneticilik teklifini alınca eşine gider ve "Maalesef evliliğimizin sona ermesi gerekiyor. Sizden izin istiyorum" der. Rahmetli Reşide Hanımefendi şaşırır ve "Neden ayrılmamız gerekiyor" diye sorar. Bayar'ın eşine cevabı, bir "Sivil siyaset" ortamının siyasetçisinin düşünmesi mümkün olmayan bir içeriktedir. Şöyle cevap verir Bayar eşine: - Çünkü siyasete atılma kararı verdim. Bunun ucunda darağacı da vardır. Kendimle beraber sizi de türlü hadiselere sürüklemeye hakkım yok. Türk siyasi yaşamında bugüne de aktarılan "İttihatçılık" geleneği ışığında ve siyasal rekabetin bir ölüm-kalım savaşı gibi algılandığı model içinde, herhalde "Sivil" kavramı da daha derinine irdelenmelidir. Neticede önemli bir partinin liderinin 28 Şubat döneminde "Silahlı Kuvvetler de bir sivil toplum örgütüdür" dediğini unuttunuz mu?
|