Doğru dürüst yazı bile yazamayan bir millet olduk
Hani bazı büyük restoranlarda, otellerde yahut tatil köyü gibisinden yerlerde şeref defteri denilen birşey vardır, defter isim sahibi ziyaretçinin önüne uzatılır ve birkaç satır yazması istenir... Misafir mekânı beğenmemiş yahut yediği yemekler midesine oturmuş olsa bile nezaketen "Aman efendim ne kadar güzel bir yer" demek; zorlana ede "Ellerinize sağlık, nefisti" diye yazmak zorundadır. Geçen gün, İstanbul'un dışında bir otelde kaldım. Önemli misafirlerin şeref defterlerine yazdıkları memnuniyet satırlarını çerçeveletip geniş lobinin bir duvarına, boydan boya asmışlardı. Yazılanlar doğruydu, zira otel hakikaten hoştu, yemekler lezizdi ve misafirlerin memnuniyetlerinin samimi olduğu ortadaydı. Duvarda kimlerin imzaları yoktu ki... Başbakanlar, bakanlar, önemli siyasetçiler, büyük işadamları, belediye başkanları, valiler; yâni devlet ve servet sahibi dünya kadar şöhret!
Deniz Bey biliyormuş Ama ya yazılar, daha doğrusu misafirlerin elyazıları? Onları hiç sormayın! Neredeyse hepsi birer felâketti! Satırı düz bir şekilde çekmekten âciz bakanlar mı istersiniz, sayfanın iki yanında aynı hizada boşluk bırakmak gerektiğinden habersiz meşhur politikacılar mı ararsınız, yoksa kendilerine mahsus harfler imâl eden işadamları mı? Hepsi vardı... Bazı sayfalarda satırlar sağa yaklaştıkça kanat çırpıp yükseliyor, alttaki satır da üsttekini takip edip havalanıyor ve beşaltı satır biraraya geldiğinde, sayfa dalgalı bir denize dönüyordu. Bakanlarımız ve belediye başkanlarımız "İsraf haramdır" emrine uymuş, kâğıdın bir ucundan öbür ucuna kadar nefes almadan gitmiş ve karınca duasını bile geride bırakmışlardı. Harfler eğilip bükülmüş, kuyruklar yahut çengeller basbayağı tacize uğramıştı ve duvardaki bu yazı örnekleri, memleketimizin güzide isimlerinin nasıl birer kaligrafi fukarası olduklarını göstermedeydi. İşin daha da tuhaf tarafı: O kadar sayfa içerisinde, bir-iki istisna dışında elyazısı yok gibiydi ve gerçek elyazısını yani bitişik harfleri sadece bir kişi biliyordu ve öyle yazmıştı: Deniz Baykal... Türkiye'de yazı son 20-25 yıldan buyana giderek çirkinleşti, elyazısı ise tamamen unutuldu. 1928'deki harf devrimi sonrasında yeni harfleri ilk kullanan nesil elyazısı ile yazardı ama yazıları pek güzel değildi, zira Latin alfabesine tam intibak edememişlerdi. Yazımız onlardan sonra gelenler zamanında güzelleşti ve 1960'ların sonuna kadar, ilkokullarda üzerinde ciddi şekilde duruldu.
Çin'den bile beteriz İlkokulu benim gibi 1960'ların sonuna doğru bitirmiş olanlar hatırlayacaklardır: Bizde, yazı dersi vardı. Bu ders eski harfler zamanındaki hüsn-i hat dersinin devamı gibiydi ve bitişik yazıyı hokka ve uç kullanarak öğrendik. Hindistan, Yunanistan, Çin, Japonya yahut Arap ülkeleri gibi çift alfabe kullanılan, yani hem geleneksel yazının, hem de Latin harflerinin yazıldığı yerlerde, modern yazı bozuktur. Zira, uluslararası alfabe onların ikinci yazısıdır. Türkiye'de yazı, bugün bu ülkelerin Latin harflerinden bile daha çirkin! Zira, güzel yazı dersi bundan seneler önce okul programlarından çıkartıldı, yazıda zerafetin üzerinde durulmadı ve iş günümüzün artık çirkinlik sınırlarının bile dışında olan mâlum yazı şekillerine kadar uzandı. Milli Eğitim Bakanlığı, hatanın farkına bundan ancak birkaç sene önce varabildi ve ilkokul üçüncü sınıftan itibaren yeniden elyazısına dönüldü. Ama ben, o yazıyı öğrencilere artık kimin öğreteceğini merak ediyorum. Zira, 30 küsur sene boyunca terkedilen elyazısını bugün artık kolej mezunları bile bilmiyorlar. Elyazısını kendi kendilerine öğrenmek zorunda olan öğretmenlerin öğreteceği yazının kalitesini de siz düşünün! Önünüze iki ayrı elyazısı örneği koyun. Biri bir Avrupalı'nın, öteki de önemli isimlerimizden birine ait olsun. Her iki yazıyı karşılaştırdığınız takdirde, söylemek istediğimi daha iyi anlarsınız.
|