| |
Ölümsüzler
Bu bir "Nekroloji", yani "Bir ölünün ardından" yazısı. Ama Türkiye'nin gündemi kadar içinizi karartmayacağından emin olabilirsiniz. 1917'deki Bolşevik İhtilali'nin ardından İstanbul'a sığınan 200 bine yakın Beyaz Rus arasında Tarassov ailesi de vardı. İhtilal öncesi çok zengin bir kumaş tüccarı olan baba, soylu bir aileden gelen anne ve 6 yaşındaki oğulları Lev Aslanoviç Tarassov. Varlarını yoklarını bırakıp Moskova'dan kaçmışlar, yük vagonlarıyla Kırım'a ulaşmışlar, çok soğuk bir kış mevsiminde yer yer buz tutmuş olan Karadeniz'i balıkçı gemisiyle aşıp İstanbul'a ulaşmışlardı. Osmanlı başkentinde bir süre soluklandıktan sonra yeniden yollara düştüler ve 1920'de Fransa'ya ayak bastılar. Görkemli günlerinde yanında yüzlerce işçi çalıştıran baba, işçi olarak bir fabrikaya girdi, küçük Lev de okula başladı. Parlak bir öğrencilik hayatından sonra hukuk fakültesini bitirdi. Edebiyata meraklıydı. 1935'te yayınlanan ilk romanı "Sahte Gün" epey ilgi gördü, ödül kazandı. Yayınevinin "Bir Fransız ismiyle yazarsan, daha çok okunursun" önerisiyle Henri Troyat müstear adını aldı. 1938'te ikinci romanı ona Fransa'nın en saygın edebiyat ödülü olan " Goncourt "u getirdi. Roman o dönemde 100 bin sattı. O tarihten itibaren hiç sektirmeden her yıl bir roman ve bir biyografi yayınladı. Hepsi de bestseller olan toplam 107 eser! Onun biyografilerinde kimler ikinci yaşama kavuşmadılar ki: Dostoyevski, Deli Petro, Çariçe Katerina, Gogol, Gorki, Flaubert, Maupassant, Çehov, Zola, Verlaine, Rasputin... Kahramanların çoğu Rus olmasına rağmen, asla Rusya'ya dönmedi. Nedenini şöyle açıklıyordu: "Düşlerimdeki kar çok daha beyaz." Fransız halkının en sevdiği yazar olan o Rus göçmeninin oğlu, Lev Aslanoviç Tarassov ya da herkesin ezberlediği adıyla Henri Troyat dün 95 yaşında öldü.
Akademi'nin koltukları Hayır, ölümsüzlüğe kavuştu. Çünkü "Academie Française" üyesiydi. 1635'te Kardinal Richelieu tarafından kurulan ve Fransız dili ve edebiyatının bekçiliğini yapan Fransız Akademisi'nin 40 koltuğundan birinde oturuyordu. Akademi'ye seçilmek, Fransa'da bir yazarın, bir sanatçının, devlet adamının ya da askerin ulaşabileceği en büyük onur kabul ediliyor. O yüzden Akademi üyelerine "Ölümsüzler" deniyor. Koltuk ancak akademisyenin ölümüyle boşalıyor. Troyat işte 1959'da boşalan 28 no'lu koltuğa seçildi. Ondan önce o koltukta kim oturuyordu dersiniz? Claude Farrere. 1902'de Türk düşmanı olarak geldiği İstanbul'dan 2 yıl sonra kendi ifadesiyle "İflah olmaz Türk dostluğu" ile ayrılan Claude Farrere. 1922'de Kurtuluş Savaşı'nın en civcivli günlerinde yeniden Türkiye'ye gelen, önce İstanbul'da Padişah Vahdettin ile görüşen, ardından İzmit'e geçip Mustafa Kemal'le buluşan Claude Farrere. 19 Haziran 1922'deki buluşmada Atatürk konuğuna "Hoşgeldiniz" konuşmasında, "Türk halkı asırlardan beri hür ve bağımsız yaşamış ve bağımsızlığı bir hayati zorunluluk kabul etmiş bir ırkın kahraman evlatlarıdır. Bu millet istiklalsiz yaşamamıştır. Yaşayamaz ve yaşamayacaktır " diye seslenmişti. Türk dostu Farrere, İzmit'ten Türkiye'nin bağımsızlık savaşını kazanacağı kesin inancı ve Atatürk hayranlığıyla ayrılmıştı. Bir ayrıntı daha: Academie Française'de 1935-1959 arasında Claude Farrere'in, 1959'dan düne kadar da Henri Troyat'nın oturduğu 28 no'lu koltuğun tam karşısındaki 13 no'lu koltukta da bir zamanlar (1891-1924 arası) bir başka Türk dostu, Pierre Loti oturuyordu! Selam size Ölümsüzler...
|