Bunları da "hatırla sevgili"
Tarihsel gerçeklere dayalı bir öykü yazacaksınız. İki türlü yapabilirsiniz bunu. Ya bütün bütüne gerçekleri yansıtacak, olayları kendi yorumunuzla yeniden aktaracaksınız ya da o tarihsel fonun önünde kurmaca bir öykü yaratacaksınız. İlkini seçtiyseniz kişileri de, olayların akışını da değiştiremezsiniz. Sözgelimi, Fatih Sultan Mehmet'i Prut savaşına konduramaz ya da Tanzimat Fermanı'nı Enver Paşa'nın okuduğunu söyleyemezsiniz. Hiç yaşamamış kişiler de yaratamazsınız. Ama kurmaca bir öykü peşindeyseniz o başka. Hayal gücünüzün dizginlerini bırakabilirsiniz. Bir koşulla. Gerçek diye sunduğunuz kişiler, yaşanmış olayların gerçekliğini çarpıtmamalı. Bir de üçüncü tür var elbette. Dilediğinizi yapar, Einstein'la Marilyn Monroe'yu buluşturur, Nuh Peygamber'i uzaya gönderebilirsiniz. Ben tarihsel gerçeklere dayalı yapıtlardan söz ediyorum.
"Hatırla Sevgili"yi eleştirenlerin bir bölümü "öyle kişiler yaşamadı, öyle olaylar olmadı" diyor. Dizinin fonunda Demokrat Parti iktidarının son yılları, 27 Mayıs, Yassıada var. Bu fonun önünde de kurmaca bir aşk öyküsü. "Öyle kişiler yaşamadı" diyenlerin eleştirilerine katılmıyorum. "Hatırla Sevgili" belgesel değil. Bayar'ın, Menderes'in yanına yine kurmaca milletvekilleri de yerleştirilebilir. O milletvekilinin ailesince yaşanmış olduğu varsayılan olaylar da yaratılabilir. Bunlara elbette bir diyeceğim olamaz. Fonun gerçekliği gerektiği gibi yansıtılıyorsa.
Demokrat Parti dönemini ve 27 Mayıs'ı yaşamış olanlar, dizideki fonun ne kadar gerçek olduğunu kendilerince yorumlayabilirler. Menderes hayranıysanız, Milli Birlik Komitesi'ne duyduğunuz öfkeyi bir daha haykırabilirsiniz. Demokrat Parti yönetimi sırasında acılar çekmişseniz, öfkenizi diziye yöneltebilirsiniz. O sizin kişisel yorumunuz olur. Ama sözgelimi 1960'tan sonra doğmuş, o dönemi hiç yaşamamış olanlar, kendi yorumlarını üretebilecekler mi? Yoksa, "Bu askerler de ne kadar gaddarmış! Yassıada'daki yargıç ne kadar zalimmiş! Bebek gibi masum insanlar nasıl da hapsedilmiş, sürülmüş, ipe gönderilmiş!" mi diyecekler? Şunu belirteyim önce: Darbelere de, ölüm cezasına da karşıyım. 12 Eylül döneminde ölüm cezalarına karşı imza toplayanlardan biriydim. Onun için, Yassıada'nın üç darağacını, başka darağaçları gibi, içime sindiremedim. Yine de bazı şeyleri hatırlamadan edemiyorum.
Bayar'ın, tarafsız olması gereken Cumhurbaşkanının, DP amblemli bastonuyla dolaştığı günleri hatırlıyorum sözgelimi. Hatırlıyorum: O günlerde Menderes, Demokrat Parti grup konuşmasında "Odunu aday göstersem milletvekili seçilir" diyebiliyor, Üniversite hocalarına "kara cüppeliler" yaftasını yapıştırabiliyordu. 1957 seçimlerinde kaçırılan, değiştirilen oy sandıklarını hatırlıyorum. 6/7 Eylül olaylarını hatırlıyorum. Kargaşanın, terörün, acımasızlığın kaynağında yine "müseccel Komünistler"in arandığını. "Aranmak" ne kelime... "Bulunduğunu". Aziz Nesin, "Ne zaman netameli bir olay olsa, şiltelerimizi hazırlar, gelip bizi almalarını beklerdik," demişti. Onu da hatırlıyorum. İstanbul Sıkıyönetim Komutanı Nurettin Aknoz'un bildirilerini hatırlıyorum. "Yasakladım!" diye biten o bildirileri. Sokakta dört kişi yan yana yürüyemezdi. Cezaevini, Ankara Hilton diye adlandırılan koğuşu hatırlıyorum. Konuk yazar eksik edilmezdi. Bembeyaz sütunlarla yayımlanan gazeteleri hatırlıyorum. Yayın yasakları yüzünden son anda çıkarılan haberlerin yarattığı boşlukları. Topkapı, Kayseri, Uşak olaylarını hatırlıyorum. İsmet Paşa'nın nasıl ölümden döndüğünü. O İsmet Paşa'nın Meclis kürsüsünden yaptığı uyarıları hatırlıyorum. Tahkikat Komisyonu'nu hatırlıyorum. Olağanüstü yetkilerle donatılmış, dilediğini yapabilme özgürlüğü olan, yasaları hiçe sayan, Demokrat Parti milletvekillerinden oluşturulmuş komisyonu. Vatan Cephesi'ni hatırlıyorum. "Bölücülük" kelimesinin gündeme girişini... Televizyon yoktu o günlerde. Bir tek radyomuz vardı. Onda da sabahın köründe "Vatan Cephesi'ne katılanlar"ın adları sayılmaya başlanır, neredeyse gün boyu sürerdi bu. Çoktan ölüp gitmişlerin de adları okunurdu. Devletle ilgili herhangi bir işinizi izleyebilmek için bile bu cephenin saflarına katılmanız gerekirdi. O günleri yaşamamış gençlerin bunları hatırlamalarına elbette olanak yok. Ama ben hatırlıyorum. Ne yapayım... Hatırlamamak elimde değil.
|