|
|
|
|
|
Türkiye'de eleştirmen var mı?
|
|
Guardian yazarı, beş yıldızlı otellerimizden birine 'geçiriverince' pek şaşırdık. Atilla Dorsay'ın film eleştirdiği için mahkemeye verilmesinden bile çok... Eleştirenlere ve eleştirilmeye olan tahammül sınırımız oldukça düşük
Bir keresinde "Türkiye'de menajerlik diye bir meslek var mı?" diye sormuştum. Duyarlı menajer tanıdıklarım, hafif sitem etseler de bence Türkiye'de menajerliği doğru dürüst yapan kimse hâlâ yok. Belki bir iki kişi o kadar... Peki Türkiye'de eleştirmenlik diye bir meslek var mı? Şimdi galiba buna yanıt vermenin zamanı. Antalya'daki Adam&Eve isimli otelde kalan Guardian yazarı bu otele acımadan geçirmiş. Geçen hafta bayağı konuşuldu. Yani aslında ne gördüyse onu, hiç sos katmadan, "Aman tanıdıklar ne der," veya "Türk turizmine darbe vurur muyum?" demeden söylemiş. Doğrusu da budur. Kendisine ancak bu şekilde inanabiliriz. Onun işi budur. Ha otele gitmedim, gerçekten 70'lerin gay pornolarındaki mekânlara benziyor mu, bilemem. Benim derdim başka. Türkiye'de ezberlenmiş cümleler var. Bunlar her defasında eleştirmenlerin kafasına kakılmaya çalışılır. "Türk filmine geçirme, sektör zarar görmesin, zaten az film çekiliyor." Sanki UEFA finalindeyiz. Bunu şöyle okuyabilirsiniz: "Biz çok berbat filmler çeken bir grup yönetmen ve yapımcıyız. Bunları halka yutturuyoruz. Daha fazla film çekmek için izleyici kredisine ihtiyacımız var. Para da yatırdık ayıptır söylemesi, senin yüzünden batırmayalım. Bize destek çık, alan memnun, veren memnun olsun. İşimizi bozma, biz vasat vasat takılalım." Atilla Dorsay'ın başına gelen de bu değil mi? Yıllardır film eleştirmenliği yapan biri izlediği filmi anlamıyor, bir tek siz, filmi yapanlar anlıyorsunuz, biliyorsunuz. Bir de utanmadan mahkemeye veriyorsunuz. Dünyanın neresine giderseniz gidin size gülerler... Başarısızlığının ve vasatlığının bedelini eleştirmene ödetmek en kolayı ama...
ELEŞTİRMENİN
GÖREVİ... Halkı eleştirmenlerden soğutma hadisesi var bir de. Çok meşhurdur bu. "Halk anlıyor siz anlamıyorsunuz," denir. Şu ana kadar bunun doğru olduğu ispat eden tek bir örnek yoktur halbuki. Eleştirmen filme kaç kişinin gideceğine göre yazmaz. Filmi yazar, gidip gitmemek elbette halkın takdiridir. Mesela bir filmi 5 milyon kişinin izlemesi bu takdiri gösterir. Filmin iyi olduğunu değil. Şu modeli de unutmayalım: "Biz acayip sıkıcı alternatif hesabı filmler çekme niyetindeyiz. Bize entel kontenjanından destek çıkın. Sinemamızın entelektüel altyapısı gelişsin." Olur, 80'leri böyle yediniz 2000'leri de mi size verelim? Müzikte durum daha da berbat. Aslında durum şu: Türkiye'de gerçek anlamda müzik eleştirisi kurumu yok. Alternatif Türkçe müzik ve yabancı albümler dışında eleştiri yapılmıyor. Nedeni, yazarların popu ve diğer tarzları reddetmesi, snobe etmesi. O zaman mesela bir Serdar Ortaç ya da Kenan Doğulu albümü çıktığında cidden müzikle ilgili doyurucu bir eleştiri okuyamıyorsunuz. Halk müziği ya da türevi fantezi tarzıyla ilgili eleştiri yazan biri var mı peki? Türkiye'de satılan albümlerin büyük kısmı bu tarzda. Ama bir tane müzik eleştirmeninden ben Mahsun Kırmızıgül ya da İbrahim Tatlıses ile ilgili ne olumlu ne de olumsuz albüm eleştirisi duymadım, okumadım. Bütün iş magazincilere kalıyor. Siz albümünüzü yalandan aşk meşk yaşayıp tanıtıyorsunuz. Belki tüm bu isimlerin berbat albümler yapmalarının nedeni de bu... Belki müzik ülkesi Türkiye'nin yurtdışında adının bile anılmamasının nedeni bu: Eleştirmenliğin olmaması. 'Ben yaptım oldu'cu kafalar. 'Halk dinliyor sana ne' edebiyatı. Bu durumun nedeni aslında pop müziği snobe eden eleştirmenler... Öz eleştiri de insanı yüceltir. Sektördeki plak şirketlerinin durumu ise en fenası. Şunu anlamıyorlar. Albüm satmıyorsa sen satamıyorsun. Doğru seçimleri yapmıyorsun, halkın değişen zevklerini görmezden geliyorsun. Ezberini bozmak zor geliyor. Verdim darbukayı oldu sanıyorsun. Sonra oturup ağlıyorsun. Sahi neden SİYAD gibi bir müzik eleştirmenleri derneği yok?
|
|
|
|
|
|
|
|
|