Suçu İttihadçılar'a atmak, seviyesiz bir redd-i mirastır
Ermeni meselesinin hayatımızın artık ayrılmaz parçası haline gelmesinden sonra, Türkiye'deki bazı çevreler, tuhaf bir savunma stratejisi geliştirmeye çalışıyor ve 1915 olaylarının Türkiye Cumhuriyeti ile hiçbir ilgisinin bulunmadığını söylüyorlar. Bu düşünceye göre, soykırım iddialarına konu olan olaylar İttihad ve Terakki'nin iktidarı sırasında meydana gelmişti. O tarihte Türkiye Cumhuriyeti henüz kurulmamıştı, dolayısıyla 1915 olaylarının Türkiye ile bir alâkası yoktu, herşeyin sorumlusu Osmanlı Devleti ve devletin o dönemdeki İttihadçı yöneticileriydi. Biz yepyeni ve bambaşka bir devlet olduğumuz için, Osmanlı zamanındaki hadiseler bizi alâkadar etmezdi.
'Halefiyet esası' Böylesine tuhaf ve âciz bir savunmanın uluslararası alanda dile getirilmesi halinde tefe konacağımızın acaba farkında mıyız? Unutmayalım: Türkiye Cumhuriyeti, Osmanlı İmparatorluğu'nun hukuki devamıdır. Lozan Andlaşması genç cumhuriyetin meşruiyet belgesi olduğu kadar, yıkılmış imparatorluğun da tasfiye vesikasıdır. Türkiye, Lozan'da Osmanlı'nın mali borçlarının yanısıra siyasi verâsetini de üstlenmiş ve bu husus, delegelerin anlaşmaya ek olarak teati ettikleri mektuplarda açıkça vurgulanmıştır. Konunun bir başka yönü daha var: Devletler hukukunun çok önemli bir kuralı, halefiyet esası... Her devlet, üzerinde bulunduğu toprakta kendisinden önce vârolmuş bir önceki devletin halefidir, yani onun yerine geçmiştir ve devamıdır. Bu kural çerçevesinde, Osmanlı İmparatorluğu Selçuklu Devleti'nin, Türkiye Cumhuriyeti de Osmanlı İmparatorluğu'nun halefi olur. Halef devletler seleflerinin, yani kendilerinden önceki devletlerin toprağının yanısıra borçlarının, alacaklarının ve siyasi yükümlülüklerinin de vârisidirler. Birinci Dünya savaşı sonrasına kadar Habsburg Hanedanı'nın hükmettiği Avusturya-Macaristan İmparatorluğu'nun yerini bugünkü Avusturya Cumhuriyeti almış, Kayzer Wilhelm'in Alman İmparatorluğu küçülen Almanya olarak devam etmiş, Osmanlı Devleti de Türkiye Cumhuriyeti olmuştur. Dünya, aynı devamlılığı, İkinci Dünya savaşı sonrasında da yaşadı. Bölünmüş Almanya, Hitler'in Nazi Almanyası'nın devamı kabul edildi; Mussolini'nin aslında krallık olan Faşist İtalyası'nın yerini İtalya Cumhuriyeti aldı. Her iki yeni devlet de, seleflerinin hukuki sorumluluklarını üstlendiler. Modern Almanya'nın artık resmen kabul edilmiş bulunan Yahudi soykırımı suçlamasından kaynaklanan özür ve tazminat taleplerinin muhatabı olması, işte devletler ile ilgili bu halefiyet esasının neticesidir. Dolayısıyla, yapmadığımız bir soykırımla suçlanmaktan ürkerek "1915 olayları Osmanlı'nın sorunudur ve bizi ilgilendirmez" şeklindeki ucuz kaçışların ve seviyesiz bir reddi miras hevesinin bize hiçbir faydası yoktur ve böyle bir davranış utançtan başka birşey getirmeyecektir.
Çokseslilik oyunu Pazartesi günü bu sütunda medârı iftiharımız kemancı Ayla Erduran'ın CRR'de vereceği konseri duyurmuş ve çoksesli müziğin Türkiye'deki durumundan sözetmiştim. Aldığım maillerden yazdıklarımın 80 seneden buyana devam eden "alaturka mı, alafranga mı" tartışması içerisinde değerlendirilmeye çalışıldığını görünce, konuyu kısa ama daha açık şekilde anlatmak istedim: Türkiye'de bugün ciddi anlamda bir klasik müzik yoktur ve hiç olmamıştır! Tanzimat dönemindeki çoksesli müziğimizin zavallılığı bir yana, Cumhuriyet sonrasında yaratıldığı iddia edilen müzik de sadece heveskâr seviyesinde kalmıştır. Evrensel müziklerde başarı, o müziğin dünya tarafından kabul görmesidir ama bugün dünya çapında tek bir bestecimiz, tek bir eserimiz ve Ayla Erduran dışında tek bir icracımız yoktur. Devlet destekli bu müzikte sadece "Türk'ün Türk'e reklâmı" yapılmıştır ve reklâm hâlâ devam etmektedir. Müzik seçimi, bir zevk meselesidir. Ben, klasik müziğin Batı'daki ciddi ve güzel örnekleri elimin altında dururken yerli malı icracılarımızı dinlemeyi, dünya çapında bir markanın ürünü olan şık bir elbiseyi satın almak varken her tarafı yamuk yumuk vaziyetteki beşinci sınıf taklitleri giymeye benzetiyorum. 80 küsur seneden buyana vergilerimizle devam eden bu çokseslilik oyununun kahramanlarının müzikal yeteneklerinin ve yaratıcıklarının tartışılması zamanı artık gelmiştir.
|